Ortadoğu’da (Güney-Batı Asya’da) devletlerarasında var olan diplomatik anlaşmazlıklara ve güç mücadelelerine, son zamanlarda mezhepsel bir görünüm kazandırılmaya çalışılıyor.
Bu mücadelelerin mezhep farklılıklarına dayandığını düşünmek çok doğru değil ancak bu yaklaşım, giderek güçleniyor ve birçok yazar, artık savaşın dini yönünü ön plana çıkarıyor. Bu, doğru bir analiz olmadığı gibi sorumluları tespit etmeyi de engelliyor.
Sadece yapılan yorumlar böyle değil; şiddetin tarafları da kendilerini bir mezhepsel meşruiyete dayandırmaya çalışıyorlar.İran, Şiilerin; Suudi Arabistan ise Sünnilerin haklarını koruduğunu örtük şekilde de olsa ileri sürüyor.
Irak’ta Nuri el-Maliki başbakanlığı döneminde mezhepçi ve otoriter tutumuyla IŞİD’in ortaya çıkmasına neden olmuştu. Bir anlamda güya Irak merkezi yönetimi Şiiliği, IŞİD ise Sünniliği temsil ediyordu.
Suriye’de durum farklı değildir. Esad rejimi ülkede yüzde 12 oranında bulunan Şii-Nusayri gruplardan ve İran yanlısıHizbullah örgütünden destek alarak muhaliflere karşı acımasız cinayetler işliyor. Yemen’de de oldukça az sayıdaki Şiiliğe yakın olan Zeydi-Husiler iktidarı darbeyle ele geçirdiler.
Hatalı Basit Çözümlemeler
Tarafların şiddeti tırmandırması ve mezhepsel ayrışmaları öne çıkarması, olayları çözümlememizi kolaylaştırıyor amaanlamamızı engelliyor. Tüm kötü olayları, bu mezhep ayrımı üzerinden kolayca açıklarız.
Yaşanan bir karbon savaşı değil, aksine “mezheplerini çok seven” insanların birbirlerini ikna edemedikleri için son çare olarak silaha başvurmuş olmaları. Fundamentalist Şiilerle, fundamentalist Sünniler, uzun zamandan beri var olan gerilimi savaşa çevirdiler. Bölgede yaşayan herkes de zaten ya Sünni ya da Şii. Bu nedenle “mezhepsel bağnazlık yaparak” yaşadıkları şiddetin sorumlusu oluyorlar.
Geçtiğimiz yıllarda meseleyi bu şekilde değerlendirmemize neden olacak çok fazla olay yaşandı. Fakat Ortadoğu’da olanları bu şekilde çözümlemek, bizim meseleyi anlamamızın önünde büyük bir engel.
Bölgedeki karbon miktarı, mezheplerden daha önemli bir etken. Bazıları, bunu duymaktan ya rahatsız oluyor ya da tek bildiği şey olan din üzerinden meseleyi değerlendirip her şeyi kolayca açıklamış oluyor. Bu bakış açısı, basit ve hatalı; olaylar, bundan daha karışık. Mezhepleşme, yaşananların nedeni değil sonucu.
Suçları Örtmenin Yolu
Çatışan tarafların, mezhepsel zemini kullanmak istedikleri bir gerçek. İran, bölgedeki etkisini mezhep üzerinden artırmak istiyor. Daha önce Nuri el-Maliki’nin sert tutumları, Irak’ta IŞİD’in kuruluşuna, güçlenmesine ve toplumsal tabanını genişletmesine neden olmuştu.
Yemen’de ise Husi baskısı, bölgede el-Kaide’ye olan desteği her geçen gün artırıyor. Irak, Suriye ve Körfez ülkelerindeki Sünni kitle, Şiilere karşı şiddetli hasmane duygular içindeler. Bunun nedeni de Şiilerin inançlarında gördükleri eksiklik falan değil; Şiilik üzerinden yürütülen politikaların kendilerinde yarattığı uzun dönemli tahribatlar. Bu şiddetin tersi de var tabi ki.
Bölgede bir mezhep çatışması olduğu konusundaki algı dayatmasını, yaşananlar pekiştiriyor. Belki elli yıl sonra birileri çıkacak ve diyecek ki: Irak ve Suriye’de olanlar tamamen mezhep kavgalarıydı.
Böylece suçlular ve suç ortakları görülmeyecek ve suçu bölgede yaşayan mazlum, masum insanlar, mezhep taassubu ile suçlanıp din temelli şiddetin sorumlusu olarak tarihe geçecekler.
İşte dinsel ve mezhepsel okumanın en büyük hatası bu. Suçluları masumlaştırmak; masumları suçlu göstermek için en güçlü çözümleme biçimi.
Yeni Yüzyıl, 08.01.2016
http://xn--yeniyzyl-b6a64c.com.tr/makale/mezhep-temelli-algi-dayatmasi-831