Kürt kanaat önderleri Kürtlere karşı ‘Osmanlı’dan devralınan baskı, talan, yok etme politikasının’ Cumhuriyet döneminde koyulaştığını düşünüyor. Doksan yılda 29 isyanın çıkmasının sebebi budur diyor. 1930’da Kürtçenin yasaklandığını ve Kürtçe konuşanlara kelime başına 5 kuruş ceza kesildiğini hatırlatıyor. Buna benzer devlet icraatlarının devletin ‘Kürde düşman’ olduğunu gösterdiğini düşünüyor. Bir kanaat önderi T. C.’nin kuruluşunun Fransa’nın 1. Cumhuriyeti gibi tepeden inmeci olduğu kanaatinde. Bu yüzden Kürtlerin problemlerinin cumhuriyetin kuruluş tarzıyla ve dayandığı siyasî felsefeyle alâkalı olduğunu vurguluyor.
Bütün Kürtlerin en temel talebi eşitlik. Önderler ısrarla, ‘Türkler nelere ve hangi haklara sahipseler aynısını, daha fazlasını değil, yalnızca aynısını’ istediklerini vurguluyor. Bu ilk bakışta eşit vatandaşlık talebi gibi görünüyor, ama açıklamalar devam ettikçe onu aşan bir boyutu olduğu anlaşılıyor: Statü. Kürt önderler Kürt halkına ve topraklarına bir statü verilmesini arzuluyorlar. Bundan geri adım atmaya hiç niyetleri yok. Açık söylemek gerekirse bu bir devlet talebi. Yani Kürt önderler bir devlet talep ediyorlar. Bunda temel felsefî dayanakları self determinasyon hakkı. Diyorlar ki, ‘her halkın bir devlet sahibi olmaya hakkı vardır. Kürtler de bir halktır. O hâlde Kürtlerin de bir devlet sahibi olma hakkı vardır’. Kürt önderler Kürtlerin devlet sahibi olmamasını halkları için utanç verici bir durum, hatta bir travma olarak görüyor. Başlarına gelen felaketlerin de bir devletlerinin olmamasından kaynaklandığına kuvvetle inanıyor. Cumhuriyetin kuruluşunda Kürtlerin çok kötü aldatıldığını söylüyor. Türk devletini kendi devletleri olarak görmüyor.
Kürt önderler bir devlet talep ediyor ama bu devlete etnik bir çağrışım yapmaması için Kürt Devleti adını değil Kürdistan Devleti adını uygun görüyor. Böyle bir devlette Kürt olmayanların, azınlıkların durumunun ne olacağı yolundaki sorulara bütün insan haklarının, azınlık haklarının garanti altına alınacağını ve Türkler tarafından T. C. içinde Kürtlere yapılanların başkalarına yapılmayacağını adeta taahhüt ediyor. Örnek olarak da Kuzey Irak’taki federe devletin politikalarını gösteriyor. Orada insanların eğitim dili dâhil her bakımdan Türkiye’dekinden daha özgür olduğuna işaret ediyor.
Toplantıya katılan tüm kanaat önderleri Kürtlerin devleti olmayan bir halk olmaktan çıkmasını hayal ediyor. Dünyada Kürtler kadar büyük nüfuslu (40 milyon) olup da devleti olmayan başka bir halk bulunmadığından söz ediyor. Kürtlerin Kürdistan adı verdikleri Türkiye coğrafyasında bir devletinin olmasının ve bu devletin bir federal çatı altında yer almasının ayrılık anlamına gelmediğini ısrarla vurguluyor. Federalizmin bir ayrılık değil bir birlik projesi olduğunun altını çiziyor. Bir ilginç nokta, Kürdistan federe devleti talebinin bir amacının da Kürdistan dışında kalan, yani Türkiye’nin diğer bölgelerinde yaşayan Kürtlerin asimile edilmesini önlemek olması. Mantıksal olarak bakıldığında, nasıl ki Kürdistan’daki Türkler tüm hak ve özgürlüklere sahip eşit vatandaşlar olacaksa, ülkenin diğer bölgelerinde yaşayan Kürtlerin de aynı hak ve özgürlüklere sahip eşit vatandaşlar olması garanti edilmek isteniyor.
Kürt kanaat önderleri Türkiye’nin hep geç adım attığını, attığında da yetersiz attığını vurguluyor. Meselâ, ‘TRT6’nın açılması fazla anlamlı değil zaten halk bölgede Kürtçe televizyon seyrediyordu, devlet bunu önlemenin imkânsızlığını gördüğü için Kürtçe televizyon açma yoluna’ gitti diyor. En önemli şeyin beraber yaşama arzusunun kuvvetlendirilmesi olduğuna işaret ediyor. Bu yüzden, AK Parti iktidarının zaman zaman ‘uslu durun, yoksa haklarınızı vermeyiz’ imalarında bulunduğunu düşünüyor ve bunu hoş karşılamıyor. Seçim barajı tartışmalarında da bir tehdit hatta bir şantaj algılıyor…
Kürt kanaat önderleriyle sohbet ve bölgeden edindiğim izlenimler bana şunları düşündürttü: Kürt problemi birçoğumuzun sandığından daha derin ve çok boyutlu. Hükümet doğru politikaları oluşturabilmek için bölge halkının her kesiminin nabzını tutmaya çalışmalı. Yaptığı yapacağı şeyler kadar bunları yapış ve sunuş tarzına da dikkat etmeli. Kürtlere lütufta bulunduğunu düşünüyor izlenimini asla vermemeli. Kürt kanaat önderlerini muhatap almalı. Onlarla her şeyi doğrudan veya dolaylı olarak konuşmalı. Türkiye Kürt problemini çözmede daha hızlı olmalı. Yavaşlık bugün işe yarayacak bir yol ve yöntemin çok geçmeden anlamsız ve işlevsiz kalmasına sebep olabilir. Başka bir deyişle Kürt probleminin çözümünde ‘geç olsun güç olmasın’ diyecek durumda ve noktada değiliz.
Bu yazı Yeni Şafak Gazetesi’nde yayınlanmıştır.