Özgürlük liberaller için temel değerdir. Üzerinde yoğun tartışmalar yapılan bir kavram olmakla beraber liberaller özgürlüğü bireye ait negatif bir değer olarak görür. Özgür olma veya olmama durumunda olan temel beşerî özne bireydir. Bireyin özgürlüğü ile, Bruno Leoni ve Friedrich. A. Hayek gibi önemli 20. yüzyıl liberal düşünürleri tarafından vurguladığı üzere, bireyin keyfi beşerî kısıtlama ve engellerle karşılaşmaması arasında bir doğru oranlı ilişki vardır. Bir birey diğer beşerî özneler tarafından keyfi olarak engellenmediği ölçüde özgürdür, engellendiği ölçüde özgür olmaktan uzaktır. Bu anlatıma dayalı bir inceleme bize özellikle çağdaş toplumlarda özgürlüğün bir ya hep ya hiç meselesi olmaktan ziyade bir derece meselesi olduğunu gösterir. Başka bir deyişle bugünün dünyasında tümüyle özgürlükçü bir ülke olmadığı gibi bir iki yer hariç insanın tümüyle veya tüme yakın biçimde köleleştirildiği bir yer de yoktur.
Liberaller haklı olarak özgürlük ile devlet arasında iki yönlü bir ilişki görmektedir. Devlet bir taraftan anayasal yönetim geleneğine uygun olarak bireyin özgürlüğüne saygı göstermekle, yani özgürlükçü olmakla, diğer taraftan da bireylerin özgürlüğünü diğer bireylerden gelecek özgürlük ihlâllerine karşı korumakla görevlidir. İnsanların devletin varlığına rıza göstermelerinin ve kendi kendilerine adaleti tesis etme hakkından vazgeçip bu hakkı/görevi devlete yüklemelerinin ardında yatan ana sebepler veya gerekçeler de bunlardır. Son yıllarda Türkiye’de yaşanan FETÖ olayı özgürlüğün sadece birey-devlet ilişkisi çerçevesinde ele alınmasının yanlış ve yetersiz olduğuna dair işaretler sergilemiştir. Dolayısıyla özgürlüğe ilişkin liberal teori gözden geçirilmek zorundadır. Ancak, bu mevzuları bu tür yazılardan ziyade daha derinlikli akademik çalışmalarda ele almak uygun olacaktır…
Dünyada tümüyle özgürlükçü diyebileceğimiz bir devlet olmadığı gibi özgürlüğün her şart ve durumda ne olup ne olmadığına, korunup korunmadığına, çiğnenip çiğnenmediğine ilişkin sıfır sorunlu bir toplumsal hayat da mevcut değil. Özellikle kriz zamanlarında hemen her mesele gibi özgürlük meselesi de çok tartışılır hâle geliyor. Öyle sanıyorum ki tüm dünya şimdi bir kriz durumundan geçmekte. Kovid salgını, salgınla mücadelede, belki de kaçınılmaz olarak, devlet otoritesini öne çıkarmakta. Bu durumda devletlerin kovid ile mücadele için aldıkları ve bir kısmını topluma dayattıkları tedbirlerin bir özgürlük ihlâli teşkil edip etmediği tartışılmakta. Sabah gazetesi köşe yazarı Melih Altınok’un geçtiğimiz Cumartesi günkü yazısında bana yönelttiği sorular da ana hatlarıyla bu hususa ilişkindi (https://www.sabah.com.tr/yazarlar/melihaltinok/2021/02/27/yoksa-sorun-sende-degil-bende-mi-atilla-hocam ).
Türk devleti dâhil olmak üzere tüm devletler kovid ile mücadeleye yönelik kolektif siyasî kararlar alıyor. İsveç ve İngiltere başlangıçta toplumda sürü bağışıklığının kendiliğinden kazanılması beklentisine dayanan stratejiler denedi ama kısa sürede başarısızlık emareleri ortaya çıkınca bundan vazgeçti. Şu anda tüm devletler salgınla mücadelede başı çekmekte. Zoraki aşı uygulamaları, sokaklarda maske takma mecburiyeti, insanların samimî ve korumasız bir şekilde bir arada uzun zaman geçirdiği lokanta ve kafelerden çeşitli seviyede okullara kadar kurumların ve kuruluşların geçici olarak kapatılması hemen hemen tüm devletlerin aldığı tedbirler arasında. Tartışılan, bu tür kararların bir özgürlük ihlâli teşkil edip etmediği.
Bu soruya cevabım, ilk önce toptancı olunmaması gerektiği. Bence, her zaman her yerde ve vakada vurguladığım üzere, olayların bütün olarak değil tek tek veya parça parça ele alınması lâzım. Aksi takdirde hatalar yapmak kaçınılmaz olabilir. Örneğin mecburî aşı uygulaması ve aşı yaptırmayanların dışlanması ile kalabalık yerlerde maske takma mecburiyeti özgürlük açısından faklı değerlendirmelere tabi olması gereken olaylar ve durumlar teşkil ediyor. Benim bu yazıda üzerinde durmaya çalışacağım şey ise maske takma mecburiyeti, izolasyon politikaları ve -Altınok’un sorduğu gibi- AVM’lerin bir ara kapatılması gibi olaylar.
İnsanlar olarak toplu hayat yaşamaktayız. Bu bir tercih değil bir mecburiyet. Aksi takdirde varlığımızı sürdürmemiz imkânsız. Ancak, toplu yaşama avantajlar yanında dezavantajlar da yaratabiliyor. Kovid türü salgın hastalıkların hızla yayılması dezavantajların bir örneği. Hastalık kalabalık nüfus ve yoğun ilişki içindeki dünyada hızla bulaşabilmekte. Yayılmayı önlemek mecburen sosyal ilişkilerin -sıfırlanmasını değilse de- gevşetilmesini gerektirmekte. Devletlerin hattı hareketi de bu. Bunu sağlamak için insanların toplu hâlde bulunduğu ve tedbir alınması zor yerler kamu otoritesinin kararıyla kapatılıyor. Her kamu kararı gibi bu kapatma kararları da zora dayanıyor. Oysa, kamu zoruyla uygulanma kabiliyeti olan kararlar alınmasa belki de kapatılan yerler -en azından bazıları- açık kalacak ve çalışmaya devam edecek. Bu durumda iş yerini kapatmak zorunda kalan -daha doğrusu buna mecbur bırakılan- kimselerin özgürlüğü ihlâl edilmiş olmuyor mu?
Bu soruya üç cevap verilebilir. İlk cevap bunun bir özgürlük ihlâli teşkil etmediği olabilir. İkinci cevap bunun tam, açık, tartışılması anlamsız bir özgürlük ihlâli teşkil ettiği olabilir. Üçüncü cevap ise bunun bir özgürlük ihlâli teşkil etse bile ağır bir özgürlük ihlâli olmadığı ve büyük bir musibetten -hatta felaketten- kurtulmak için bir süreliğine tahammül edilebilecek bir durum teşkil ettiği olabilir. Doğrusu ben üçüncü görüşe yakınım.
Bu görüşü açıklamak ve desteklemek için önce nasıl bir sorunla karşı karşıya kaldığımızı kovid salgınını başka hastalıklarla karşılaştırarak anlatmaya çalışayım. İnsan dünyasında çeşitli hastalıklar var. Bunları bireysel hastalıklar ve bulaşıcı hastalıklar olarak ikiye ayırabiliriz. Bulaşıcı olanlarını da bildik hastalıklar ve bilinmedik hastalıklar veya olağan yayılma hızına sahip, ilacı ve tedavisi olan hastalıklar ile olağanüstü yayılma hızına sahip, henüz aşısı ve ilacı tam olarak bulunamamış salgın hastalıklar olarak gruplandırabiliriz.
Grip bulaşıcı hastalıkların ilk grubuna kovid ikici grubuna girmekte. Zaten çok hızlı bulaşan ve mutasyon geçirmiş hâliyle daha da bulaşıcı duruma gelen kovid ile mücadele insanlık için büyük ölçüde bir bilinmeyenle mücadele hüviyetini hâlâ korumakta. Virüs hakkında bilinenler bilinmeyenlerden az. Virüsün en kötü yanı bulaşıcılığı. Bu yüzden “eski” hayatına olduğu gibi devam eden hemen her insan virüsü kapma tehlikesi ile yüz yüze. Özellikle hastalığa yakalananların neredeyse % 85-90’ının hiçbir semptom göstermeden -hatta virüsün kendisinde bulunduğunun dahi farkına varmadan- hastalığı geçirecek -ve maalesef virüsü başkalarına bulaştırabilecek- olması insanlık için daha büyük bir tehlike yaratıyor. Bazı tedbirler alınmadığı takdirde hastalığın hızla yayılması ve ülkenin sağlık sistemini büyük bir stres altına sokması, başka bir deyişle büyük bir toplumsal bunalım yaratması mümkün ve gayet muhtemel. Başka bir açıdan bakıldığında virüsü taşıyan kimselerin başka bireyler için ağır sonuçlara -ölüme- yol açabilecek negatif dışsallıklar yaratması ihtimâl dâhilinde, hatta kaçınılmaz. Hastalık bu yüzden söz gelimi kalp hastalıkları ve kanser gibi ancak sınırlı bir çevre için negatif dışsallıklar yaratan hastalıklardan farklı. Buna binaen, öncelikle hastalar için ama daha genelde tüm toplum içi kamu zoruyla uygulanma yeteneğine sahip kararlar alınması gerekiyor. Bunların bir özgürlük ihlâli teşkil ettiği elbette haklı olarak ileri sürülebilir. Ancak, önlenebilecek açık ve yakın kötülüklerin çapı ve tedbirlerin şarta bağımlı olması düşünüldüğünde bunları geçici ve katlanılabilir bir özgürlük ihlâli olarak kabul görmek mümkün.
Nitekim 1918’de patlayan ve önce I. Dünya Savaşı’nın perişan ettiği Avrupa’yı vuran, daha sonra dünyanın değişik yerlerine yayılan İspanyol gribi ile mücadelede de benzer tedbirlerin alınmış olduğunu görmekteyiz. Dalgalar hâlinde gelen İspanyol gribinde de bugün alınan tedbirler devreye sokulmuştu. Bunların bir kısmı doğrudan özgürlüklere müdahale mahiyetindeydi. Ancak, hastalığın zamanla ortadan kalkması bu tedbirlerin de ortadan kalkmasını sağladı. (https://www.medicalpark.com.tr/ispanyol-gribi/hg-2471) . Bugün İspanyol gribi salgınından kalan özgürlük kısıtlaması pek yok.
Elbette bu sürecin özgürlük açısından hiçbir problem doğurmayacağı iddiası abartılı olacaktır. Salgının çeşitli sosyal problemler doğurması ihtimâli var. En kötüsü devletçi kültürün toplumsal köklerini zenginleştirebilecek ve derinleştirebilecek olması. Muhtemelen bu şartlar altında kovid ile mücadelede sivil toplumun, piyasanın ve düpedüz zamanın hediyesi olan bazı başarılar da bir şekilde devletin mücadelesine bağlanacaktır. Devletin bu alanda başarılı olduğu kanaati devleti başka alanlarda büyümeye ve devletin büyümesine yol açabilecek toplumsal taleplerin yoğunlaşmasına yol açabilecektir. Bu da özgürlük taraftarlarının özgürlüğü geliştirme ve genişletme mücadelesini zorlaştıracaktır.
Son olarak insanlığın kovid ile çok başarılı şekilde mücadele ettiğinin altını çizmek gerekiyor. 1918-20 İspanyol gribi salgınında ölen insan sayısı için 50 milyon ile 200 milyon arasında tahminler var. O günden bugüne kat kat artmış olan dünya nüfusuna ve çok daha yoğun insanlar arası ilişkilere rağmen kovid salgını -inşallah- o boyutlara ulaşamayacak gibi görünüyor. Bunda insanlığın bir bütün olarak tecrübe ve bilgi birikiminin artmış ve teknolojinin çok gelişmiş olmasının büyük payı var. Nitekim DSÖ rakamlarına göre dünyada son üç haftadır vaka ve vefat sayısındaki düşmeler dikkat çekiyor. Bunu harika bir gelişme olarak yorumlamak ve sürecin aynı istikamette gelişmesini dilemek durumundayız. İnşallah kovid illetinden kurtulma günlerimiz çok uzakta değil.