Çatışmasızlığın Ön Şartı Olarak Şiddet Paradoksu

Çözüm Süreci – 2: Demokratik Siyasetin İnşası ve Silahsızlanma

Çözüm Süreci 3: Türkiye’de Demokratik Siyasetin İmkânları

Çözüm Süreci -1:

Şiddeti Şiddete Sarılarak Bırakma Komedisi

Kamuoyunda İmralı Görüşmeleri, “Demokratik Çözüm”, “Çözüm Süreci”, “Demokratik Açılım” gibi isimlerle bilinen görüşmeler Abdullah Öcalan ve devlet görevlileri arasında gerçekleşmiştir. 28 Aralık 2012 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Milli İstihbarat Teşkilatı’nın Kürt sorununa çözüm bulmak için Abdullah Öcalan’a ziyaretlerde bulunduğunu duyurdu. 3 Ocak 2013 tarihinde Ahmet Türk ve Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) milletvekili Ayla Akat Ata İmralı’ya giden ilk heyet olarak Abdullah Öcalan ile görüşmelere başladı. 3 Ocak 2013 tarihinden 14 Mart 2015 tarihine kadar olan süreçte düzenli bir şekilde İmralı’da görüşmeler yapıldı. Bu görüşmeler “Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa: İmralı Görüşmeleri” ismi ile Kürdistan Topluluklar Birliği/ Koma Civakên Kürdistan (KCK)[1]’ye yakınlığı ile bilinen bir yayınevi tarafından Kasım 2015 tarihinde yayınlandı. Belirtmek gerekir ki görüşmeler esas olarak devlet yetkilileri ve Öcalan arasındadır. Nitekim KCK kendileri adına müzakereci olarak Öcalan’ı ilan etti. Diğer taraftan İmralı Heyetinin esas misyonu ise KCK’nın unsurları ve Öcalan arasında köprü olarak aralarındaki iletişimi sağlamaktı. Yani görüşmelerin muhatabı KCK’liler veya İmralı Heyeti değildi. Bu çalışma açısından bu durum birkaç açıdan önemlidir. Birincisi “KCK neden silahlara başvurmaktadır?” ve “Silahları bırakması için nelerin olmasını istemektedir?” sorularının cevapları olarak Öcalan’ın ifadelerini veri olarak alabilmeye olanak tanımaktadır. Nitekim KCK yapılanmasının silahlara başvurmaktaki amaçları tutarlı ve şeffaf değildir. Yani “KCK ne istiyor?” gibi bir sorunun tutarlı bir cevabı yoktur. Bu temelde “Öcalan ne istiyor?” sorusunun cevabını Görüşme Notları’nda bulmak mümkündür. Bu notlar bu temelde bize bir veri sunmaktadır. Diğer taraftan bu görüşme notları son günlerde yeniden gündeme gelen “Çözüm süreci Erdoğan’ın işine yaramadığı için Erdoğan tarafından rafa kaldırıldı” söyleminin ne kadar haksız olduğunu da ortaya çıkarmaktadır. Bu söylemde bulunanlar esasen Erdoğan’ın barışçıl tutumunu nasıl sabote ettiklerini, kıymetini bilmedikleri ve aslında Erdoğan’ın bu süreçte yalnız bıraktıklarını da göstermektedir.

Görüşme notlarının satır aralarında Öcalan’ın, masadan/görüşmelerden istediklerini almak için silahlı güçleri ve çatışmaları bir baskı aracı olarak kullandığı anlaşılmaktadır. Silahlı güçlerin kendisinin pazarlık gücünü arttırdığını düşünmektedir. Aynı zamanda Türkiye’de sivil siyaset yapan politikacıları da şiddetin gerekliliği üzerinden ikna etmeye çalışmaktadır. Öcalan KCK’nin elinde tuttuğu silahları ve kullandığı şiddeti bir taraftan görüşmelerin kendisi açısından “başarılı” geçmesi için bir dayanak, diğer taraftan kendisine yakın siyasi partiyi ikna etmekte bir araç olarak görmektedir. Şiddet tehdidini hem Türkiye’de Kürt Meselesinin çözümü için bir araç olarak görmekte; hem de Türkiye’nin Suriye politikasının KCK-PKK aleyhine gelişmemesi için kullanmaktadır.

Çözüme giden süreçte çatışmasızlık birinci aşama, çeşitli yasaların çıkartılmasını da kapsayan müzakere süreci ise ikinci aşama olarak tanımlanmaktadır. Gerçekten de hükümet ve Öcalan çatışmasızlık sürecinde hassas davranmış ve bu süreçte çatışmaların çıkmaması sağlanmıştır. Öcalan bu aşamadan sonra yasalar ile şekillenmesini planladığı müzakere sürecinin geliştirilmesini talep etmektedir. Bu müzakere sürecinin geliştirilmesi için ise KCK silahlı güçlerinin tamamen geri çekilmesini talep etmek yerine, Öcalan, yöntem olarak hükümeti şiddet politikasının yaygınlaştırılması üzerinden baskı altına almaya çalışmaktadır. Şiddetin yaygınlaştırılıp birçok hedeflere yöneleceğine işaret ederek hükümetten müzakere sürecine geçmesini beklemektedir. Örneğin 7 Aralık 2013 tarihinde gerçekleşen görüşmelerde Öcalan kendisini ziyaret eden heyete şöyle demektedir:

“Son beş yıllık diyalog pratiğimiz müzakereye evirilmeye dayanmıştır. Eğer (…)anlamlı müzakereye geçmezsek (…) karmaşık, kaotik, her tarafa giden ve yayılan bir çatışma ortamı doğar. Kandil’in bile belirleyemeyeceği bir çatışma çıkar. Tıpkı Yüksekova’daki gibi ayaklanmalar olur ki, Yüksekova küçük bir yerdir. Bütün şehirlere yayılan çok büyük ayaklanmalar olur. Gerilla hamleleri, ekonomik hedeflere yönelme, suikastlar devreye girer. Ekonomi diye bir şey kalmaz. Bu defa halkın büyük bir kısmı da kaçmaz, gerillaya katılır. İkinci bir Suriye’nin eli kulağındadır, Üstelik bizde dağ olduğu için dağ ile birleşik olur. Bu uyarıyı son defa yapıyorum. İkinci bir Suriye kaçınılmaz olur. Öcalan artık bunu dizginleyemez. Bunu önleyemem, önlemem de.” (İmralı Notları, 2015:198).

Silahlar sadece hükümete karşı bir tehdit ve baskı aracı olarak kullanılmamaktadır. Aynı zamanda sivil siyaset aktörlerinin de bir garantisi ve bir koruyucu zırhı olarak görülmektedir. 17 Ağustos 2013 tarihinde gerçekleşen görüşmelerde Öcalan “Silahınız olmazsa hepinizi tutuklarlar, dağdaki kadınlara bile el koyarlar” (İmralı Notları, 2015:128). diyerek bunu açıkça ifade etmektedir. Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’in “Türk’ün Kürt’e Kürt’ün Türk’e kurşun sıkması haramdır, vebali büyük olacaktır (Haber7, 08.02.2013).” benzeri açıklamaları olmaktaydı. Bu şiddet karşıtı ve barışçıl söylemleri de hedef alan Öcalan; “İşte Baydemir bazen konuşuyor, sanki silahlar elimizde başımıza belaymış gibi (…)Osman bey hiç kusura bakınasın (…)Anlamlı müzakereye geçilmezse çatışma kaçınılmaz olur (İmralı Notları, 2015:151)diyerek sivil siyaset aktörlerinin şiddet karşıtı söylemden vazgeçmesini de istemektedir. HDP’nin o dönem eş başkanı olan Selahattin Demirtaş dahil politikacılara karşı aynı tutumunu kendisi ile görüşen sivil insanlardan oluşan heyete karşı da kullandığı görülmektedir. 15 Eylül 2015 tarihinde Demirtaş ile Öcalan arasında geçen diyalogda Demirtaş da Baydemir gibi eleştirilmektedir. İlgili tarihte Öcalan Demirtaş’a “Sizler de “Bir daha silahlar konuşmaz” dediniz. Saflıktı, yanlıştı;(…)Siyasi olarak boynunuzu vururlar” (İmralı Notları, 2015:142).

KCK- PKK yapılanması elinde tuttuğu silahları ve bunlara dayalı hareketliliği sadece sivil toplum aktörleri ve masaya oturduğu Hükümete karşı bir tehdit ve baskı aracı olarak kullanmıyor. Aynı zamanda Türkiye dışındaki KCK-PKK yapılanmasının politikasının Türkiye tarafından bozulmaması için de bir tehdit aracı olarak öne sürüyor. İç çatışmaların yaşandığını ve bir iktidar boşluğunun oluştuğunu gören Öcalan ve KCK bu alanda kendi lehlerine bir iktidar alanı devşirmek istemektedirler. Türkiye’nin Suriye Politikasını kendi lehlerine çevirmek veya Türkiye politikasının kendilerine zarar vermemesini sağlamak için görüşmelerde Türkiye’nin Suriye politikası da konuşulmaktadır. Bu temelde silahsızlanmanın ön şartları arasına Türkiye’nin Suriye’de KCK’ye “zorluk” çıkarmamasının da girdiği görülmektedir. İmralı Görüşme Heyetinde olan Sırrı Süreyya Önder’in ifadelerine göre Önder ve Başbakan Erdoğan bir görüşme gerçekleştirmiştir. Bu görüşmede Başbakan Erdoğan’ın Suriye’de Kuzey Irak benzeri bir yapılanmaya izin vermeyecekleri sözlerini aktarmasına karşılık Öcalan şöyle demiştir:

“(..) Anti-Kürt ittifakı sürdürülürse savaş kaçınılmaz olur. Ben onlara da, Suriye’de beraber ittifak yapalım dedim. Davutoğlu iki yıl kaybettirdi. O çizgiyi Davutoğlu ihlal etti (…) Türkiye İran ile anti- Kürt ittifakına girerse yüz bin kişilik savunma savaşı olur. Dört aylık bir marjım var. Baharın ortasında direnişe geçeriz. PKK’yi tasfiye etmemi istiyorlar. Ben PKK’yi tasfiye edemem. Savunma savaşı başlar. Gümbür gümbür gelir” (İmralı Notları, 2015:183).

Söz konusu açıklamalardan yola çıkarak İmralı Görüşme Notları’nda şiddetin bir politika aracı olarak üç şekilde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Birincisi Hükümet ile pazarlık gücü silahlara dayandırılmaktadır. İkincisi, politikacılar, dernekler, siyasi partiler gibi sivil aktörlerin koruyucu gücü olarak görülmektedir. Bu açıdan şiddete varoluşsal bir değer atfedilmekte ve siyasi imkânların önünde görülmektedir. Üçüncüsü, Suriye’de Türkiye’nin KCK-PKK aleyhine bir politika sürdürmemesi için bir tehdit olarak ifade edilmektedir.

Notlar:

[1] KCK, Öcalan’ın talebi doğrultusunda geliştirilen, hayatın her alanında örgütlü sivil toplum yapılarından oluşan bir çatı yapılanmadır. Bu yapının özü PKK’nın sosyalist bağımsız devletçi anlayışına alternatif olarak Öcalan’ın önerdiği bir yapılanmadır. Bu yapılanmaya üyelik bireysel düzeyde değil topluluk düzeyindedir. Yani yapı bireylerin üyeliğinden değil bireylerin oluşturduğu çeşitli yapıların üyeliğinden oluşan bir üst çatıdır. Her ne kadar ulus devlet anlayışının aşılması temeline dayandırılıyorsa da KCK ile bir devlet yapısı görünümündedir. KCK sözde bir Anayasa hazırlamış ve tek taraflı olarak Kürtlerin yapısı olduğunu ilan etmiştir. Bu hali ile otoriter bir yapılanmadır.

Yazı dizisinde geçen kaynaklar:

Coşkun Vahap ve Cuma Çiçek (2016), Dolmabahçe’den Günümüze Çözüm Süreci: Başarısızlığı Anlamak ve Yeni Bir Yol Bulmak, Barış Vakfı Yayınları: Ankara.

Coşkun Vahap (2015), Çözüm Süreci: Kazanımlar ve Tehditler, Demokratik Gelişim Enstitüsü.

İmralı Görüşme Notları (2015), Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa, Mezopotamya Yay.: Neuss

Yüksek Seçim Kurulu (2020), Seçim Arşivi, http://www.ysk.gov.tr/tr/secim-arsivi/2612, Erişim: 06.01.2020.

Şiddet ve Siyaset: Türkiye’nin HDP Sorunu, Mahmut Özdemirkol ile youtube yayını, Liberal Düşünce Topluluğu, 11 Mart 2021.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et