Komünist Türkiye’den manzaralar

Birçok kimse, klasik Marksist teoriye uygun olarak, komünizmin sosyalizmden sonra gelen ve cennete tekabül eden, yani yeryüzünde cennetin kurulması anlamına gelen “toplumsal ilerleme” safhası olduğunu düşünür.

 

Ancak, “komünist sistem”, popüler siyasî kültürde ve İkinci Dünya Savaşı’ndan 1990’ların başlarına kadar dünyada egemen olan siyasî coğrafyada, Ortodoks sosyalizmi resmî ideoloji olarak benimsemiş ülkelerin sistemine verilen addır. Komünist sistemlerin faşist sistemlerle de ortaklaşan belli başlı özelliklerinden biri, vatandaşın hayatının tam manasıyla ve her yönüyle kontrol altında tutulmak istenmesidir. Bundan dolayı, bu tür sistemlere siyaset edebiyatında verilen genel isim totaliterizmdir. Totaliter sistemler, vatandaşların özel hayatını, resmî açıklamalara göre vatandaşların kendilerinin iyiliği, gerçekte ise rejimin güvenliği ve sistemin bireylerin beynini yıkama imkânlarının artırılması için kamulaştırır. Bu kamulaştırmaya dinî, kültürel ve sosyal hayat yanında ekonomik hayat da dâhil edilir.

20. yüzyılın kâbusu olan tam faşist ve sosyalist totaliter sistemler, iyi ki, çöktüler. Ancak bu, totaliterizmin yansıması olan uygulamaların bütünüyle ortadan kalktığı anlamına gelmiyor. Eski totaliter ülkeleri, meselâ Rusya, Özbekistan ve Beyaz Rusya’yı ve elbette Azerbaycan’ı ziyaret edenler bunun hemen farkına varır. Ne var ki, totaliter uygulamalar adıyla sanıyla totaliter veya eski totaliter ülkelerde değil, demokrasilerde de karşımıza çıkabilir, nitekim çıkıyor da. Bireyselliği yok eden ve değer eğitimini devletin tekeline veren merkeziyetçi ve zorunlu eğitim sistemleri bunlara iyi bir örnek. Bir diğeri dış dünya ile ilişkilere ve dış ticarete getirilen zorba ve komik engeller. Bununla neyi kastettiğimi merak edenler, demokratik ülkelerin gümrük idarelerini incelemeli, en azından gümrük işlemlerinin yapıldığı yerleri ziyaret etmeli.

Geçenlerde yolum, Avrupa yakasının gümrük işleriyle uğraşan postaneye düştü. Sebebi amazon.com’dan sipariş ettiğim kitapların “gümrük hazretlerine” takılmasıydı. Yağmurlu bir günde taksi tutarak ve bir ilave kitap parası ödeyerek menzilime vardım. İşlemler hızlı başladı, gayet yavaş ilerledi. Gelen kolide siyasî teoriyle ve politik ekonomiyle ilgili, çoğu yakınlarda yayımlanmış, 15 kitap vardı. Kitapları alıp oradan, tabiri caizse, hemen kaçmak istiyordum, ama nerde! Kitapların gümrük vergisine tabi olduğu söylendi. Üniversite kimliğimi gösterip öğretim üyesi olduğumu, kolide aynı kitaptan 15 tane değil, 15 kitaptan birer adet bulunduğunu belirttim. Kitapların ticarî değeri olmadığını, onları derslerimde ve bilimsel araştırmalarımda kaynak olarak kullanmak üzere aldığımı üstüne basa basa ve tekrar tekrar anlattım. Bunları ilgili memura da, dairenin müdürüne de izah ettim, ama ikisi de ikna olmadı. Kitapların bilimsel araştırmalarda kullanılmak üzere getirtildiğine dair üniversitenin rektöründen (en azından fakülte dekanından) bir yazı getirmem gerektiğini belirttiler. Öğretim üyesi olduğumu hatırlatıp, “Bir hoca kitaplarla başka ne yapabilir ki?” diye sordum. Başlarını salladılar, gülümsediler ve “mevzuat böyle” dediler.

Evet, mevzuat öyleydi. Ya gidip rektörümüzden bir yazı alacaktım ya da gümrük vergisini ödeyip kitaplarımı esaretten kurtaracaktım. Rektörlüğe gitmek ve geri gelmek ilave masrafa yol açacaktı. Rektörü yerinde bulup bulamayacağım da, yazıyı hemen alıp alamayacağım da belli değildi. En iyisinin vergiyi ödemek olduğuna kanaat getirdim. Kolimin değeri 355 Amerikan Doları’ydı. Vergi oranıysa % 20. Hesap yapıldı, 128 TL vergi çıkartıldı. Üstüne 2,5 TL ambar ücreti eklendi. Ambar ücretini ödedim. Yine taksiyle ve bir kitap bedeli daha ödeyerek geri döndüm. Böylece kitaplarımın maliyeti yüzde elli civarında artmış oldu. Sinir bozukluğu ve can sıkıntısı da cabasıydı.

Gümrük idaresiyle daha önce bir defa Ankara’da muhatap olmuştum. Bu sefer gelen, ABD’de bir toplantıda yaptığım konuşmanın video kasetiydi. Gümrük postanesine gittiğimde kasetin önce Kültür Bakanlığı’nda bir kurula gönderileceği, kurulun mahzur görmemesi hâlinde tarafıma teslim edileceği söylendi. “Niçin?” diye sordum. Kasette “pornografik veya bölücü malzeme” olabileceği söylendi. Aynı kaseti dönerken valizime koymuş olsaydım zaten ülkeye girmiş olacaktı dedim. “Mevzuat böyle!” cevabını verdiler. Bana bir iyilik yapmış olmak için, sürecin hızlanması amacıyla, “arabanız varsa bizi bakanlığa götürün veya taksi tutun” aklını verdiler. Yani kendimin sansürlenmesini bizzat sponsor etmemi istediler. Dehşet içinde kaldım. “Kaset size hediyem olsun” dedim, arkamı dönüp yürüdüm. Kasete ne oldu hâlâ bilmiyorum.

Hiç şüphem yok, birçok kimsenin başına benzer olaylar gelmiştir, geliyordur. Bu tarz bir gümrük kontrolü totaliter bir uygulamadır. Özellikle de komünist türünden. Totaliter sistemler bireylere güvenmez. Bireylerin hayatını devletin kesin kontrolü altına almaya ve her daim manipüle etmeye çalışır. Totaliter sistemlerin çökmüş ve totaliterizmin modasının geçmiş olması totaliterizmin hiçbir alanda boy göstermediğini veya yansımadığını göstermez. Sosyal ve kültürel alanda devlet kontrolüne sathî de olsa itiraz etmek daha kolay ve çok daha yaygın. Lâkin, ekonomik alanda totaliterizmin birçok insanın fark edemeyeceği kadar sinsi şekilde işlemesi ve örtülü isimlerle talep edilmesi gayet kolay. “Ekonomik eşitlik”, “gelir dağılımında adâlet” gibi kavramlar totaliterizmi çekici soslara bulayıp davet etmenin aracına dönüşebilir. Nitekim, siz, belki LDP’nin bazı beyanları hariç, herhangi bir siyasî partinin gümrük idarelerinde komünist bir sistemin hüküm sürmesine itiraz ettiğini hiç duydunuz mu? Bence, komünizmin ne demek olduğunu anlamak isteyenler bir bakıma komünizmin açık hava müzesi sayılması gereken Küba’yı ziyaret etmek için masrafa ve zahmete girmesinler, en yakındaki gümrük idaresini ziyaret etsinler yeter.

Zaman, 21.12.2012

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et