Ankara işte böyle bir yer. Hukuku hukukçuların iğfal ettiği, Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’ya açıkça aykırı kararlar verdiği, bir başsavcının parti kapatmak için pusuda beklediği, ordu komutanının iki güne bir siyasal demeç verdiği bir ülkenin, zihniyetin, yapının ‘kod adı’dır Ankara.
Ankara’nın oligarkları tahminlerinizin ötesinde güçlü. Güçleri sadece hukuk, vicdan ve akıl tanımazlıklarından kaynaklanmıyor; ellerinde kapı gibi 12 Eylül anayasası ve kurumları var.
Bu ‘Ankara kapanı’ndan çıkış tek başına AK Parti’nin üstesinden gelebilecek türden bir iş değil. Hatta, yargı-ordu-bürokrasi oligarşisinden sadece ‘iç dinamikler’le demokrasi ve hukuk devleti çıkarmak da zor. Yüz yıllık yakın tarih bunun kanıtı. Sovyet komünizmi bile çöktü ama ‘Ankara rejimi’ hâlâ ayakta.
2007’ye kadar neredeyse tek başına anayasayı değiştirebilecek bir Meclis çoğunluğuna sahipti AK Parti. Ne oldu? Salt çoğunluğun yettiği cumhurbaşkanı seçimlerini bile yaptırmadılar önce. 22 Temmuz’da halkın neredeyse yarısının oyunu alarak geldi AK Parti ama, yeni anayasa dedi, yapamadı. Olmadı, Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerini değiştirelim dedi, Anayasa Mahkemesi iptal etti, hatta her tür anayasa değişikliğinin önünü kapattı, milli iradeye ipotek koydu. Kapatma davasına muhatap oldu, laiklik karşıtı eylemlerin odağı ilan edildi. Katsayı Danıştay’dan döndü, açılım AK Parti’nin boğazında düğümlendi…
Bu ülkeyi ‘Ankara’dan yönetmek de dönüştürmek de kolay değil. İdeolojik ve kurumsal vesayet sanıldığından derin, güçlü ve acımasız. Safça bir iyimserliğin âlemi yok. Devletin ideolojik kimliğine yaslanan kurum ve kişi oligarşisi dönüştürülememiştir. Çünkü, oligarşiye iktidar veren ideolojik devletin anayasal, yasal ve kurumsal direkleri dimdik ayakta.
Mevcut yaklaşımlarla bu yasal ve kurumsal yapı değişmez. Anayasa, Siyasi Partiler Yasası, YÖK Yasası, Milli Eğitim Temel Kanunu, TSK İç Hizmetler Kanunu vs. oldukları yerde duruyor… İdeolojik ve bürokratik vesayetin organlarını saymıyorum; onlar da maaşallah yerli yerinde. İşte HSYK’nın kendi savcı ve hâkimlerine yaptığı hukuk dışı darbeyi önceki gün gördük. Adalet Bakanlığı, tepki gösterse de uyguladı bu hukuksuz kararı.
Kemalizm üzerinden iktidar üreten ve kullanan zümrelerle mücadele kolay değil. Yüz yıllık bir mesele bu. Türkiye’yi dünya ile bütünleştirmeden, dünyadan gelen bir dalgayla oligarkları sallamadan bu iş olmaz. 2005’e kadar panik haldeydi bunlar. Neden? Çünkü iktidarlarının hem yasal hem toplumsal ve küresel dayanaklarının sarsıldığını görmüşlerdi. O yüzden darbeler planlandı, operasyonlar yapıldı. Korkularının kaynağı da AB idi. AB’ye hızla entegre olan bir Türkiye’de ne ideolojik bir devletin ne de onun bürokratik vasilerinin yerinin olamayacağını biliyorlardı. Çomak sokmak için ne kadar uğraştıklarını biliyoruz. Kıbrıs’ı kullandılar, Denktaş’ı kullandılar, ama sonunda Rumların desteğiyle başardılar bunu. Kopenhag Kriterleri yerini ‘Ankara kriterleri’ne bırakınca da keyifleri yerine geldi. Ankara’yı onlar kadar kim bilebilirdi ki? Ankara’yı kuran onlardı zaten, sahibi de!
Uluslararası dinamikler olmaksızın ‘Ankara sultanları’nı yerinden oynatmak mümkün değil. HSYK krizinin ardından hükümet AB’yi hatırlamış görünüyor. AK Parti hükümeti Türkiye’yi hakikaten dönüştürmek niyetindeyse Ankara’daki ‘sanal iktidar’ oyunlarından kafasını kaldırıp AB sürecini yeniden canlandırmalı. Önüne gelen AK Partili AB’ye fırça atacağına, AB’yi dönüşümün itici gücü haline yeniden nasıl getireceğini düşünmeli.
Evet, Türkiye değişiyor kuşkusuz, ama süreci geri çevrilemez hale getirecek hukuksal ve kurumsal reformlar yapılmadan değişim tamamlanmış olmaz. Bu da ancak Türkiye’yi AB’ye demirlemekle olur. İçerideki ve dışarıdaki dirençlere aldırmadan, ufak pürüzlere takılmadan ‘vizyoner’ bir hamle için hâlâ geç değil.
Anlayın artık; ‘Ankara rejimi’ tek başına dönüştürülemez.
Zaman, 19.02.2010