Osmanlı’nın entelleküel devlet adamlarından Tunuslu Hayreddin Paşa, 1867 yılında yayınlanan “En Emin Yol” adlı kitabında, Avrupa ülkelerinin nasıl geliştiğini incelemişti. Müslümanların buradan bazı dersler çıkarmaları gerektiğini anlatmış, fakat aralarındaki yaygın bir taassubun buna engel olduğunu da üzülerek belirtmişti. Çünkü, Hayreddin Paşa’ya göre, bazı kafalara “Müslüman olmayanların bütün işlerinin ve müsseselerinin reddedilmesi gerektiği fikri kazınmış” idi.
Bu fikir yaşamaya devam etti ve İslam dünyasındaki pek çok hayırlı gelişmenin önünü tıkadı. Örneğin bazı İslamcı gruplar, sırf Batı’da gelişmiş diye, “demokrasi”yi lanetlediler. Bunu yaparken İslam dünyasındaki dikta rejimlerinin bekasına hizmet ettiklerini anlamadılar.
Dahası, Batı’ya bu kadar karşı çıkarken, aslında aynen koyu Batı hayranları gibi bu yabancı medeniyeti “mürşit” edindiklerini fark etmediler. Çünkü “Batı ne derse doğrudur” demekle, “Batı ne derse yanlıştır” demek benzerdir: İkisi de kafayı Batı’yla bozmanın sonucudur.
Arap Baharı’nı kim çıkardı?
Bu kadim sorunu yeniden açıyorum, çünkü bence Türkiye’de hala devam ediyor. Ve kimi beklenmedik yorumcuları, Vakit gazetesinin tecrübeli dış politika yazarı Mustafa Özcan’ın yerinde tabiriyle, “Doğu Perinçek’in sağına” oturtabiliyor.
Arap dünyasındaki demokrasi hareketleri hakkında gösterilen tuhaf tutumlar, bunun bir örneği. “Arap Baharı” denen bu süreçte diktatörlere karşı halkı desteklemesini beklediğimiz kimi kalemler, aksine ikircikli davranıyor. Sebep, Batılı hükümetlerin de Arap Baharı’na destek vermesi. Batı’nın her işinde mutlaka bir “bit yeniği” olduğuna (ve bu “bit yeniği”nin her şeyi belirlediğine) inandıkları için, hemen Batı’nın karşısında pozisyon alıyorlar.
Kaddafi’nin istibdadını deviren Libyalı kitlelere, sırf NATO’dan da destek gördükleri için dudak bükmek, hatta bunun üzerinden Kaddaficiliğe savrulmak, bu tutumun çarpıcı bir örneği. Suriye’deki eli kanlı rejime, o rezil rejimin isyancıları “Siyonist ajan” ilan etmesi üzerine kredi açmak da aynı zihniyetin devamı.
Bu “anti-Batı” kalemlerin hiç görmediği bir gerçek ise, Batı içinde bu konularda önemli nüans ve tartışmalar olduğu. Farkında değiller ki, Arap Baharı başladığından beri, bu sürece çok soğuk bakan, “sakın desteklemeyelim, İslamcılar iktidara gelir” diyenler de var ve bunlar koyu İslam düşmanlarından başkası değil.
Somali’yi kim aç bıraktı?
Söz konusu zihniyetin Müslüman dünyaya en büyük zararı, Batı’yı her şeyi bilen, planlayan ve yöneten bir Kadir-i Mutlak, Müslümanları ise her daim pasif, iradesiz ve kurban gibi görmesi.
Bunun doğal sonucu, Müslüman dünyadaki her sorun karşısında hep “hangi alçak yaptı bize bunu” demek. Ve, Mehmet Altan’ın pazar günkü yazısında belirttiği gibi, “katiyen hiçbir şekilde ‘özeleştiri’ yapmamak.”
Somali’de yaşanan trajediyi sadece ve sadece Batı sömürgeciliğine bağlayan, ülkedeki yerel faktörlerin hiçbirini görmeyen yaygın söylem de bunun bir uzantısı. Sömürgeciliğin lanetlenmesi gerektiğine kuşku yok; ama Botswana’dan Malezya’ya kadar eskiden sömürge olup da bugün gayet müreffeh olan nice ülke var dünyada. Niçin o ülkeler kalkınmış da Somali bu kadar fakir kalmış? İklimin, coğrafyanın, sosyal yapının ve en önemlisi iç çatışmaların rolü ne bunda?
Bu gibi soruları atlayıp herşeyi “emperyalizmin kumpası” sanmakla, Kürt sorununu “bizi bölmek isteyen dış güçlerin oyunu” zannetmek arasında fark yok.
Yeni Türkiye’nin ise, böyle hamasetlerden çok, Batı’nın da Doğu’nun da nüanslarını anlayacak özgüvenli bir akla ihtiyacı var.
Star, 24.08.2011