Hükümet kurulması için Anayasanın öngördüğü 45 günlük süre doldu. Bu süre zarfında AKP, HDP ile bir ve MHP ile iki kez bir araya geldi. Ancak HDP ve MHP, baştan itibaren AKP ile bir koalisyona girmeme kararında olduklarından bu görüşmeler bir nezaket ziyaretinin ötesine geçemedi.
Koalisyona dönük esas görüşme ve çalışmalar AKP ile CHP arasında yapıldı. İki parti uzun bir mesai harcadılar, yaklaşık bir ay kadar birlikte çalıştılar, tüm seçenekleri tükettiler ama neticede bir hükümete ulaşamadılar. Bu nedenle Anayasanın 114. maddesine göre geçici bir Bakanlar Kurulu teşekkül edilecek. Böylece Türkiye tarihinde bir ilki tecrübe edecek ve ülkeyi seçimlere bu geçici hükümet ile götürecek.
Seçimlerden korkmaya gerek yok. Demokrasilerde sistem ne zaman dara düşse, sandığa müracaat edilir, halk iradesini ortaya koyar ve çıkan karara göre bir yol çizilir. Türkiye’de de sistem 7 Haziran sonuçlarıyla zora girdi. Meclise giren partiler ortak bir çizgide buluşamadılar ve oluşan siyasi tablodan bir koalisyon çıkaramadılar. Siyasilerden bir çözüm neşet etmeyince düğümü çözmek halka kaldı. Dolayısıyla seçim bir öcü olarak değil, mevcut açmazdan çıkmayı sağlayacak bir enstrüman olarak değerlendirilmeli.
“Seçimden başka çare yok”
Bununla birlikte bir nokta açıklığa kavuşturulmalı. Evet, seçimleri bir felaket olarak göstermek yanlış. Lakin seçimlerin tekrarını 7 Haziran sonuçlarının doğurduğu bir zorunluluk biçiminde takdim etmek de yanlış. “Partiler ne yapsın, öyle bir siyasi denklem çıktı ki, seçime gitmekten başka bir çare yoktu” türü değerlendirmeleri paylaşmıyorum. Aksine 7 Haziran’ın önemli fırsatların önünü açtığını düşünüyorum. Ne var ki siyasi aktörler önlerine gelen bu fırsatları ellerinin tersiyle ittiler. Şöyle anlatayım:
7 Haziran akşamında beliren siyasi haritadan hemen varılabilecek üç sonuç vardı: Birincisi, AKP’nin içinde olmadığı bir hükümetin kurulamayacağıydı. CHP, MHP ve HDP’nin birlikteliği, AKP karşıtlığından gözü kararmış olanların fantezilerinden ibaretti, siyasi realiteyle uzaktan yakından bir alakası yoktu. Zaten Bahçeli de bunu “boş bir laf” olarak niteledi ve hayalleri yerle yeksan etti.
“Tabela partisi”
İkincisi, en yakın ihtimal AKP ile MHP arasında bir koalisyon kurulmasıydı. Seçim sonrası yapılan yorumların önemli bir kısmında da bu tez dillendiriliyordu. Buna göre, iki partinin tabanları birbirlerine yakındı. Keza meclis grupları da hükümet kurmak için istekliydi. Dolayısıyla AKP ile MHP’nin bir koalisyonda bir araya gelmeleri güçlü bir ihtimaldi. Ancak böyle bir koalisyon, ister uzun ister kısa ömürlü olsun, hem ülkeye hem de AKP’ye büyük bir zarar verme potansiyeline sahipti. MHP’nin mutlak süreç karşıtlığı, Kürt meselesinde çözümsüzlüğü derinleştireceği için herkesin zararına olurdu. Diğer yandan MHP ile yapılacak bir işbirliği, AKP’nin Kürtler nezdinde bitmesi anlamına gelir, AKP bölgede CHP gibi bir tabela partisine dönüşürdü. Neyse ki Bahçeli ilk geceden böyle bir koalisyona kapıları kapayarak bu ihtimali bertaraf etti.
Üçüncüsü, Meclis aritmetiği, AKP ile HDP ve AKP ile CHP arasında bir koalisyonun oluşmasına elverişliydi. Bence bu, Türkiye’de toplumsal çekişmenin makul bir seviyeye çekilmesi ve siyasetin normalleşmesi için yakalanmış önemli bir şanstı. AKP’nin bu iki partiden biriyle hükümette ortaklaşması halinde siyasi tansiyonunun düşmesi, çözüm sürecinin daha sağlam bir zeminde ilerlemesi ve demokrasiyi güçlendirecek hamlelerin yapılması mümkün olabilirdi.
Sakıncalı kimliklerin taşıyıcıları
Seçim ertesinde sıcağı sıcağına yaptığım değerlendirmelerde, benim tercihimin AKP-HDP koalisyonundan yana olduğunu belirtmiştim. Üç sebebim vardı:
1. AKP ile HDP çözüm sürecinde 2.5 yıldan beridir birlikte çalışıyorlardı. Çalışmanın yöntemine ve elde edilen sonuçlara bağlı olarak bazı eleştiriler vardı elbette. Ama nihayetinde iki parti arasında bir tecrübe oluşmuştu. Eğer bu tecrübe ortak bir hükümete taşınabilseydi çözüm sürecini daha hızlı ve derinlikli olarak ilerletmek mümkün olabilirdi.
2. Hükümette yer aldığı takdirde HDP’de radikal değişimlerin olması kaçınılmazdı. Bir kere psikolojik bir eşik aşılacak, Kürtlerin de ülke yönetiminde söz sahibi oldukları düşüncesi pekişecekti. HDP bir taraftan istemle güçlü bir şekilde entegre olurken, diğer taraftan da Türkiyelileşme iddiasını pratiğe dökme imkanı bulacaktı.
3. AKP ile HDP’den teşekkül eden bir iktidar yapılanması sembolik açıdan da çok büyük bir önemi haiz olacaktı. Her iki parti de, kurucu ideolojinin dışladığı kimliklerin temsilcileriydiler. Sakıncalı kimliklerin taşıyıcıları olarak bu iki partinin “Yeni Türkiye”nin harcını birlikte karmaları, memleketin kadim sorunları çözmek ve yeni bir toplumsal sözleşme yapmak için beraberce ter dökmeleri gerçek bir değişimi ifade edecekti.
Koalisyonun zemini
Böyle bir hükümetin inşasını sağlayacak başlıca iki sütun vardı: İlki, her iki partinin de seçimden önceki çatışmacı ruh halinden çıkmalarıydı. Seçim yeni bir denkleme ortaya çıkarmıştı. Seçimden önceki pozisyonda ısrar etmenin bir manası yoktu; bu sadece hareket sahasını daraltacak bir işlev görebilirdi. Yapılması icap eden, söz konusu yeni denklemden en iyi şekilde istifade edebilecek siyasetlerin üretilmesiydi. Bu da iki partinin işbirliğine açık olmasını zorunlu kılıyordu.
İkincisi ise, PKK’nin siyasetten yana tavır koymasıydı. HDP, beklentilerin üzerinde bir başarı kazanmıştı. Halk, çözümün artık siyasette olduğunu oylarıyla tescil etmişti. PKK’ye düşen, bu durma işaret ederek Türkiye’ye karşı silahlı mücadelesini sonlandırdığını deklere etmesiydi. Böylesi bir adım HDP’nin iktidara giden yolunun üzerindeki son bariyerlerin de aşılmasını sağlayabilirdi.
Aslında bu imkânı gerçeğe dönüştürmek için çok fazla bir şey kalmamıştı. Ama gözümüzün önünde bu koskoca fırsat harcandı. HDP, AKP ile çatışma siyasetini seçim sonrasına da taşıdı. MHP’yle bile birlikte çalışmayı gözüne kestiren Sırrı Süreyya Önder, sonuçların belli olmasından hemen sonra AKP ile hiçbir koşulda işbirliği yapmayacaklarını açıkladı. Büyük zaferin ardından kamuoyunun karşısına çıkan Selahattin Demirtaş’ın ilk mesajı, AKP’ye ne hükümet içinden ne de hükümet dışından destek sunmayacakları oldu. PKK ise barışçıl bir ortamı güçlendirmek yerine silahlı çatışmanın fitilini ateşledi. Böylece fırsat heba edildi.
Şu sorulabilir: HDP ve PKK bunları yapsaydı bir koalisyon mutlaka kurulur muydu? Hayır, hiç kimse bunun teminatını veremez. AKP, bunlara karşın yine de HDP ile bir koalisyon görüntüsü vermekten kaçınabilirdi. Ancak HDP ve PKK üzerlerine düşeni açık bir şekilde yerine getirdiklerinde siyaseten daha güçlü bir konuma gelir ve hükümetsizliğin faturası da AKP’ye yüklenirdi.
Yeni fırsat
CHP ve MHP, Anayasanın ilgili hükmü gereğince kurulacak olan geçici seçim hükümetine girmeyeceklerini belirttiler. HDP ise hükümette yer alacağını duyurdu. Yani seçim hükümeti; AKP, HDP ve bağımsızlardan oluşacak. Bu, kaçırılmaması gereken yeni bir fırsat. Partilerin iki ay önce kendi iradeleriyle yapamadıkları, Anayasanın zoruyla gerçekleşmiş oluyor.
AKP ve HDP, bu fırsatı iyi değerlendirmeli. HDP’nin hükümete girmesi, öncelikle PKK’nin ateşkes ilan etmesine ve çatışmasızlık haline dönmesine vesile teşkil etmeli. Kısa sürecek olsa da birlikte çalışmak, partiler arasındaki iletişimsizliğin giderilmesine, önyargıların aşılmasına ve buzların kırılmasına vesile olmalı. Kanlı bir girdaptayız. Bizi büsbütün yutmadan bu girdaptan çıkmaya yardımcı olacak bir fırsat var önümüzde. AKP ve HDP, bu kez bu fırsatı kullanma iradesini ve basiretini göstermeli.
Serbestiyet, 25.08.2015