“Kabile”den kovulmayı göze almak

Livaneli’nin Bekir Coşkun’un hışmını çeken yazısını biliyor olmalısınız; öyle çok söz edildi ki, tekrar özetlemeyeceğim.
Geçen gün Bekir Coşkun yazıyor: Zülfü Livaneli onu aramış. Sen ki benim en sevdiğim yazarsın, tüm duygularımı paylaştığım insansın, benim hakkımda böyle bir yazıyı nasıl yazarsın; ben böyle bir yazıyı hak etmedim, demiş…
O da biraz yumuşamış bunun üzerine; ama hepten de indirmemiş yelkenleri; esas olarak onu okurlarına havale etmiş.

Şimdi, Livaneli gayet iyi biliyor ki, bunlar uyarı yazılarıdır. Üstü iyice çizilmeden önce kendisine bir şans daha verilir. Geçen gün yazdığı gibi bir yazıyı bir daha yazmazsa affedilir, insanlık hali, herkesin kafası karışabilir, denip unutulur.

Ama bir daha yazarsa…

İşte o zaman “kabileden kovulur.”

Ben böyle bir yazıyı hak etmemiştim, diyor Livaneli.

Hangimiz hak etmiştik ki…

Hangimiz can dostlarımızdan ahlaksızca iftiralar duymayı, üç kuruşa satılmakla, vatan hainliğiyle, şeriatçılıkla suçlanmayı hak etmiştik…

İlk başta ağır gelir, kabullenemezsin. “Bu işte bir hata var, yakında beni anlayacaklar” dersin ama aylar, yıllar geçer bir türlü “anlamazlar.” Bu arada birçok insan, yeni yolunda yürürken eski dostlarına göz kırpmak için hiçbir fırsatı kaçırmamaya çalışır. Yeni müttefiklerinin yaptığı en ufak bir hatanın üstüne atlar; eleştireceğim bir şey çıksa da farklılığımı ortaya koyabilsem diye fırsat kollar; çıkınca da abartılı bir biçimde verip veriştirir. Hatta bu uğurda sık sık çiğlik etmeyi de göze alır. Böyle yaparsa, her fırsatta muhalefet şerhi düşmeyi ihmal etmezse ve her lafına “Elbette eleştirilecek yanları var” diye başlarsa kendisini gözden çıkarmayacaklarını umar. Ama bu umut boşa çıkar. Zamanla umudun yerini kızgınlık alır.

Oysa onların anlamaya niyetleri yoktur. Zaten sorun anlayışsız oluşlarında değil, cesaretsiz oluşlarındadır.

Tıpkı Livaneli’nin böyle bir yazıyı sekiz on yıl önce değil de şimdi yazabilmesinin sebebinin anlayışsızlık değil, cesaretsizlik oluşu gibi…

Aslında, Zülfü Livaneli’nin yazısında dile getirdiği fikirleri yeni keşfettiğini düşünmüyorsunuz herhalde… O ve onun gibi nice solcu-sosyal demokrat, AK Parti iktidarının daha ilk iki yılından itibaren farkındalar durumun garipliğinin. Sağla solun, ilericilikle gericiliğin, statükoculukla reformculuğun -her ne derseniz deyin- eski adreslerinin değiştiğini, siyasi yelpazenin eski koordinatlarının tamamen kaybolduğunu uzun yıllardır görüyorlar. Ama akıllarının kabul ettiğini duyguları kabul etmiyor bir türlü.

Şu akıl dediğimiz şey, “iç tutarlılığı sağlamak uğruna” öyle oyunlar oynar ki insanoğluna… Öyle ince taktiklerle, öyle güzel kandırır ki kendi kendini, şaşar kalırsınız.

İşte burada da olan budur. Akıl, bu uyumsuzluğu çözmek üzere devreye girip, duygusal durumla aklı yeniden “uyumlu” hale getirebilmek için bütün maharetiyle gerekçeler üretir. Ve bu gerekçelerle insan yıllar yılı kendini kandırabilir.

Ama bir gün, kimileri için kandırılmaya dayalı bu hayat artık çekilmez hale gelir ve entelektüel namus bütün cesaretini toplayıp isyan eder.

Evet, gerçeği görmek akıl meselesi değildir; cesaret ister. Bu cesaret de en başta insanın kendi kendine karşı cesaretidir. Kendisine karşı dürüst olma; sonra kabileden kovulmayı ve sudan çıkmış bir balık kadar yalnız kalmayı göze alma cesaretidir.

Şimdi hep beraber Zülfü Livaneli’nin bu cesareti gösterip gösteremeyeceğini izleyeceğiz.

Bakalım, “en sevdiği” yazarlarla ters düşmeyi; “tüm duygularını paylaştığı” eski çevresi tarafından aforoz edilmeyi göğüsleyebilecek mi?

Daha da zoru, eski 45’liklerini dinleyerek büyüyen solcu hayran kitlesini hayal kırıklığına uğratmayı göze alabilecek mi?

Allah kolaylık versin.

Bugün, 23.08.2009

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et