İsrail’in Gazze’ye yardım götüren konvoya çok sayıda ölüm ve yaralanmayla sonuçlanan beklenmedik saldırısı birçok bakımdan yeni bir döneme girmekte olduğumuzun işareti olarak okunabilir.
Gelecek yıllarda İsrail’in itibar ve mevzi kaybedeceği ve uzun vadede bu saldırıdan fayda sağlamaktan çok zarar göreceği kesin. On yıllardır neredeyse bütün dünyayı karşısına almasına rağmen ayakta kalmayı ve kendini mağdur ve mazlum olarak sunmayı başaran İsrail’in imajını yerle bir edici böylesine vahim bir hataya imza atması doğrusu hayret verici. Belki de İlahi adaletin bir tecellisi…
İsrail’in ilk hatası, yardım konvoyunu barışçıl ve medeni yollarla kontrol altına almak yerine şiddete başvurmayı seçmesidir. Bunun ana sebebi, İsrail’in önceki benzer eylemlerinin uluslararası toplumda başka hiçbir ülkenin mazhar olmadığı bir anlayış ve yumuşaklıkla karşılanmış olmasıdır. Anlaşılıyor ki bu İsrail’i şımartmış, itidal ve sağduyudan uzaklaştırmış. Üstelik hatayı ağırlaştıran bir başka unsur daha var: Silahlı operasyonun İsrail’in karasularında değil, uluslararası sularda yapılmış olması. Bu operasyonla İsrail kesin olarak uluslararası hukuku ihlal etmiştir. Bu ihlâl o kadar gizlenemezdir ki, ABD, ilk defa, İsrail’i kınayan bir BM Güvenlik Konseyi kararını veto etmemiştir. Bu sayede İsrail, eyleminden dolayı BM Güvenlik Konseyi tarafından oybirliğiyle kınanmıştır. Kınayanlara, birçok ülke yanında, NATO da eklenmiştir. Muhtemelen başka müeyyideler de gelecektir.
TÜRKİYE ÜZERİNDEN BATI’DA DEĞER KAYBEDİYOR
İsrail’in bir diğer vahim hatası, Türkiye’yi hedef hâline getirmesidir. Bu niyetini hem son zamanlardaki resmî demeçlerinde ve hem de bazı icraatlarında açığa vurmaktadır. Türkiye’nin, Başbakan ve hükümet aracılığıyla Gazze saldırısına ve küçük toprak parçasının halkına uygulanan ambargoyu şiddetle eleştirmesini bunun gerekçesi olarak göstermektedir. Ancak, Türkiye bu konuda haklı pozisyondadır. İsrail’in Gazze’ye uyguladığı amansız ve vahşi ambargo uluslararası hukuka da insanlığın vicdan ve adalet duygusuna da aykırıdır. Bu ambargoya sebep gösterilen Gazze’den İsrail’e yönelik saldırılar durumu değiştirmeye yetmez. Bir kere, güvenliği sağlama arzusu meşru olsa bile, buna yönelik tedbirlerin ölçülü ve uygun olması gerekir. İsrail’in ablukası adeta bir halkı toptan yok ederek tam güvenliği sağlamayı hedeflemektedir. El arabalarıyla tankların savaşmasına benzer Gazze saldırısından sonra uygulamaya konulan ambargo, potansiyel saldırıları önlemekten çok, halkı elini kıpırdatamayacak kadar mecalsiz düşürmeye ve hatta tamamiyle yok etmeye yöneliktir. Bu ambargo yüzünden çocuklar sütsüz, mamasız, hastalar ilaçsız kalmaktadır. İsrail bölgenin altyapısını tamamen tahrip etmiştir. İnşaat faaliyetlerini engellemektedir. Mısır’ı da ABD üzerinden yedeğine alarak Gazze halkını ağır çekim ölüme mahkûm etmiştir. Hangi halk buna razı olabilir? Hangi vicdan sahibi insan, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın ve hangi inanca bağlı olursa olsun, buna rıza gösterebilir? Bu yüzden Türkiye’nin Gazze halkıyla yakından ilgilenmesi gayet meşru ve haklıdır. Türkiye’yi hedef hâline getirmekle İsrail sadece İslâm dünyasındaki yalnızlığını koyulaştırmakla kalmamakta, Batı müttefiki Türkiye üzerinden Batı nezdindeki itibarını sarsmaktadır.
KANUNSUZLUĞUN BİR BEDELİ OLACAK
İsrail’in irrasyonalizmi kadar mağdurluktan mağrurluğa, zulüm görenden zulmedene dönüşmesi de ibret ve dehşet vericidir. Tarihin en büyük vahşetlerinden biri olan Holokost’a mağdur kalan bir halk adına hareket eden bir devletin zulüm makinesi hâline gelme süreci çok ilgi çekicidir. İsrail’in Filistin halkına yaptıklarıyla Holokost arasında bir benzerlik olmadığı iddiası çok tartışma götürür. İki olayın dinamikleri ve süreci titiz bir tahlile tabi tutulduğunda gözden kaçırılmayacak bir benzerlik ortaya çıkmaktadır. İki olayın mantığı da aynıdır: Bir halkı günah keçisi hâline getirme ve adım adım tecritten yok edişe varan bir süreci yürütme. Yahudi ırkını Almanların şeytanı olarak gören Hitler’in liderliğindeki Alman nasyonal sosyalizminin ilk adımı Yahudileri toplumdan tecrit etmekti. Son adımı ise onları fiziken yok etmek. İsrail de Gazzeli Filistinlileri dünyadan tecrit etti. Gazze saldırısında uyguladığı şiddet derecesine ve kullandığı silahlara bakılırsa onları toptan yok etmeye de zihnen ve teknik donanım olarak hazırdı. Bunu yapmadıysa dünyanın iletişim bakımından küçük bir köye dönüşmesi yüzünden yapmadı, daha doğrusu yapamadı. Ancak, ambargoyla benzer bir sonucu ulaşmayı uzun vadeye yaydı.
İsrail’in güvenlik talepleri de bu tespit ve tahlili geçersizleştiremez. Her şeyden önce, İsrail dünyaya sunduğu kadar büyük bir Gazze’yle bağlantılı güvenlik sorunu yaşamamaktadır. Gazze’den gelen saldırılarda kullanılan “roket”ler, isabet oranı yerlerde sürünen, içine patlayıcı yerleştirilmiş teneke kutulardır. Şimdiye kadar İsrail’e verdiği zararların toplamı İsrail’in son saldırısında Gazze’ye verdiği zararların binde birine bile ulaşmaz. İsrail devleti halkını ve dünyayı psikolojik bir teröre maruz bırakarak güvenlik gerekçesine sarılmaktadır. Ancak, en az bunun kadar önemli olan bir gerçek daha vardır. O da, Filistinlilerin o toprakların misafiri değil, sahibi olduğudur. İşgalci olan İsrail’dir. On yıllardır sistematik bir şekilde toprak işgal eden, işgal ettiği yerleri, vatandaşlarını iskân ederek, zimmetine geçirmeye çalışan İsrail’dir. BM kararlarına hiç kulak asmayarak işgallerini sürdüren İsrail’dir. Filistinlilerin topraklarının gasbedilmesini, toplumlarının ölümcül bir tecrite tabi tutulmasını sessiz sedasız kabul etmesi nasıl istenebilir? İşgale uğrayan bir halktan işgalciye karşı direnmesinden başka ne beklenebilir? İsrail hangi hakla toprak işgallerini sürdürmektedir ve Filistin’i açık hava hapishanesine çevirmektedir?
Bu elim olay İsrail’in ve politikalarının daha çok sorgulanmasına yol açacaktır. Zira, İsrail açıkça uluslararası hukuku ihlâl etmiştir. Bu olayda bir haydut gibi davranmıştır. Hiçbir insani değere saygı göstermemiştir. Bunun elbette bir bedeli olacaktır. İsrail gerçekten güvenlik istiyorsa, muhatap olduğu insanların ve ülkelerin hak ve hukukuna saygı göstermeye başlamalıdır. İlk adım olarak da Kudüs’ün işgalini sonlandırmalı ve işgal ettiği topraklarda kalıcılaşmak üzere yeni yerleşim alanları inşa etmeyi durdurmalıdır. Gazze ablukasını sona erdirmelidir. Ancak bu şekilde Arap halkına ve dünyaya güven telkin edebilir. Yoksa, hiçbir zaman huzur ve güven bulamayacaktır. Uluslararası toplum da, hakkaniyet ve adalete önem veriyor ve barış ve huzur istiyorsa, İsrail’i bunları yapmaya zorlamalıdır. Bu aynı zamanda insanlığın da bir gereğidir.
Zaman, 04.06.2010