Akdeniz katliamının düşündürdükleri

İsrail’in Gazze halkına yardım ulaştırmaya çalışan “Mavi Marmara” gemisine yaptığı baskının ölümcül sonucunu Amerikalı bir yazar böyle anıyor: “Akdeniz Katliamı”. Gerçekten de öyle. Uluslararası sularda, üstelik sivil bir hedefe yönelik bu saldırı on kadar insanın ölümüne, onlarca kişinin de yaralanmasına neden oldu.

Şimdi herkes, hak-hukuk tanımazlığı bu şekilde artık iyice çılgınlık boyutuna vardıran İsrail’e karşı ne yapılabileceğini konuşuyor. Saldırıya uğrayan geminin Türkiye’ye ait olması ve kafilenin çoğunun Türklerden oluşması nedeniyle, Türkiye bu olaya sert tepki gösterdiyse de maalesef yapabileceği fazla bir şey yok. Çünkü, bu hükümet döneminde dozu bir hayli yükselmiş olan İsrail karşıtı resmi söyleme rağmen, Türkiye askeri teknoloji bakımından İsrail’e bağımlı durumda. En azından “terörle savaş”ı devam ettiği sürece de Türkiye’nin İsrail’le neredeyse stratejik ortaklık düzeyindeki bu ilişkiyi kopartması mümkün görünmüyor.

Öte yandan, uluslararası hukuk yoluyla İsrail’e müeyyide uygulanması zayıf bir ihtimal olduğu gibi, uluslararası toplum da besbelli ki İsrail’e karşı kınama dışında ciddi bir girişimde bulunmayacak. Nitekim, BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı karar saldırıyı kınamakla beraber, anonim bir olaydan söz eder gibi şiddetin failine atıfta bulunmuyor. Esasen İsrail’e etkili müeyyide uygulanabilmesi ABD’nin bu meselede kesin bir tutum almasına bağlı. Oysa, ABC News’in bir haberine göre, Obama yönetimi İsrail’in barışa yanaşması için “kendisini güvende hissetmesi”ni sağlamak gerektiğini düşünüyor. Başkan Yardımcısı Biden ise İsrail’in saldırganlığını “meşru savunma” bahanesiyle açıkça savundu. Esasen, İsrail’in hak-hukuk tanımaz bir canavara dönüşmesinin esas müsebbibi, şimdiye kadar onu her şart altında destekleyegelmiş olan ABD’nin kendisidir.

İsrail’in “ya bizimlesin ya da bize karşı” şeklinde özetlenebilecek politikasına hakim olan patolojik ruh halini 1 Haziran’da New York’taki Türk temsilciliği önündeki “İsrail’in yanındayız” gösterisinin düzenleyicilerinden birinin şu sözünde görmek mümkündür: “Öldürdükleri her bir Yahudi için yüz veya bin Arap öldürmeliyiz.” Evet, İsrail’in stratejik vizyonunu bu faşizan ifade çok iyi özetliyor.

İsrail devletinin hukukun ve medeniliğin sınırları içine çekilebilmesi için ABD’nin ona verdiği kayıtsız-şartsız

desteği çekmesi yetmez; İsrail halkının da kendi devletlerini elinde tutan bu faşist haydutlar çetesine dur deme iradesini

göstermesi gerekiyor.

Bence bu olay vesilesiyle, dünya vatandaşları olarak hepimizin ulus-devletlerin doğasına ilişkin bir patolojiyi artık teşhis etmemiz şart olmuştur: Aslında yetki alanındaki her şeyi kontrol etme tutkusundan başka bir anlama gelmeyen egemenlik adlı modern “bid’at” insanlık-dışı bir kavramdır. Bu mantıkta, halkın kendisi de kontrol altında tutulması “gereken” herhangi bir nesneden başka bir şey değildir. Bu,

devletin kontrol gücünün muhafazasını

insan hayatının korunmasından öncelikli gören bir mantıktır.

İsrail’in bu son korsanlığı “devletin üstünlüğü”nü vaz eden bu doktrinin mantıki sonucuna götürülmesi halinde ortaya çıkabilecek felâketin büyüklüğünü gösteriyor. Bir devlet kendi egemenlik alanı dışında sivillere yaptığı baskına mütevazi imkânlarla direnmeye çalışan insanları bile düşman sayabiliyor.

Mantığa bakınız: İsrail’in masum

insanları öldürme hakkı vardır, çünkü

onlar İsrail’in saldırısına direnmeye

kalkışmışlardır.

“Egemenlik”in, adına devlet dediğimiz yeryüzü tanrısının bir sıfatı olduğunu bundan daha iyi ne anlatabilir?…

Star, 05.06.2010

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et