İran’da 12 Haziran’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ahmedinecad’ın yeniden kazandığının açıklanmasına Musavi taraftarlarının başlattığı itiraz ve protestolar, yönetimin bunlara karşı baskıcı önlemlere başvurmasının da etkisiyle, gitgide bir başkaldırıya dönüştü.
Seçim sonucunda görevdeki cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ın %64’lük oyuna karşılık esas rakibi olan Musavi’nin %32’de kaldığının resmen açıklanması Musavi taraftarları kadar Batılı gözlemcilere de inandırıcı gelmedi. Batılı tepkinin, bir ölçüde, ‘reformcu’ Musavi’nin elde edeceği seçmen desteğine ilişkin abartılı beklentiden kaynaklanan bir hayal kırıklığını yansıttığı söylenebilir. Ama bu, seçim sonuçlarının manipüle edilmesi yoluyla, Ahmedinecad taraftarı statüko güçlerinin fiili bir darbe yapmış olması ihtimalini ortadan kaldırmıyor.
Nitekim, İran’ın iç işlerine karışılmasına ve ABD’nin bölgede izlediği yayılmacı politikalara karşı çıkan kimi Batılı gözlemciler bile açıklanan sonuçların gerçeği yansıtmadığından eminler. Bunlara göre, Ahmedinecad’ın elde ettiği açıklanan genel oy oranının ülkenin bütün bölgelerinde aşağı yukarı aynı olması (%66 ila %69 arasında), bu oranın bölgesel, etnik ve demografik faktörlerden hiç etkilenmemesi, hatta zayıf olduğu yerlerde bile Ahmedinecad’ın ezici bir zafer kazanmış görünmesi inandırıcı değildir. Bu sonuç masa başında ayarlanmış olmalıdır.
Bu nedenle, İran’ı istikrarsızlaşmaya doğru sürükleyen protesto hareketlerinin başta ABD ve İngiltere olmak üzere Batı dünyasınca tezgáhlanan bir oyun olduğu yönündeki değerlendirmelere itibar edilemez. Elbette ABD İran’da rejim karşıtı hareketlerin güçlenmesine yakın zamanlara kadar epeyce yatırım yapmıştır. Bugün de protestoların dünya kamuoyunun bilgisine ulaşmasında Batılı medya -ve muhtemelen istihbarat teşkilátları- önemli bir rol oynamaktadırlar. Ama bu, protestocuların samimi oldukları ve haklı bir mücadele verdikleri gerçeğini değiştirmez.
İran’daki ‘Yeşil Devrim’ hareketini daha önceki ‘renkli devrimler’le ilişkilendirerek bunları ABD ve Soros komplosu olarak göstermek, inandırıcı olmadığı gibi, İran halkının baskıya karşı verdiği mücadeleyi küçümsemek anlamına da gelir. Justin Raimondo’nun dikkat çektiği gibi, İran’ın ‘Yeşil Dalga’sının ilham kaynağı renkli devrimler değil, İslámın yeşilidir. Öyle görünüyor ki, söz konusu olan, ‘rejim karşıtı’ bir muhalefetten ziyade, Devrimin değerleri çerçevesinde sistemi yenilemek ve daha özgür bir atmosfer yaratmak amacı güden bir harekettir.
Ancak şu doğrudur: İran’da muhalefetin sesini yükseltmesine imkán verecek şekilde statükonun zayıflamasında, Başkan Obama’nın İran’ın iç işlerine karışmama ve anlaşmazlıkların çözümü için diyalog yolunu tercih etme tutumu etkili olmuştur (‘Obama etkisi’). Yoksa, İran’ı ‘şer ekseni’nin odağına yerleştiren gerek ABD’nin gerekse İsrail’in şahinleri için ılımlıların değil Ahmedinecad’ın kazanması tercihe şayandır. Çünkü, İran’da ‘ılımlılar’ın iktidara gelmesi bu mahfillerin İran karşıtı propagandalarını, İran’ı şeytanileştirme stratejilerini zora sokardı.
Star, 25.06.2009