Heybeliada Notları ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun Açılması Hakkında Hukukî ve Siyasî Değerlendirmeler

Geçtiğimiz günlerde her zamanki gibi tatilimin bir kısmını tarihî yerleri gezmeye ayırdım ve bu kez durağım Adalar idi. Bana göre biraz yorucu olsa da insanlar tatilini üç kısma ayırmalı; deniz tatili-gezi tatili-aile ve akraba ziyareti. Ben de bu yazıyı tatilimin üçüncü bölümüne geçerken uçakta yazıyorum.  İşlerim dolayısıyla sıklıkla İstanbul’a gitsem de adım adım dolaşıp gezmek pek mümkün olmuyor, bu nedenle İstanbul’a özel vakit ayırmaya karar verdim ve bulduğum bütün fırsatları bir süre için İstanbul sokaklarına ayıracağım.

Adalar’ın ise bende yeri apayrıdır. Turizm sezonu olması nedeniyle çok kalabalık olsa da özellikle bahar aylarında İstanbul’daysam kafa dinlemek için kaçtığım yerlerdir. Her bir adayı apayrı seviyorum ve beni başka diyarlara götürüyor.

Bu kez de Heybeliada’yı baştan başa gezdim; ne yazık ki çok istiyor olmama rağmen Alman Koyu’na gidemedim. Sonrasında Aya Yorgi’ye çıkmak üzere Büyükada’ya geçtik. Aya Yorgi’de Orhan Pamuk ile karşılaşsak da yanındaki misafirleri ile derin bir sohbetteydi ve kendisini rahatsız etmek istemedik. Bu nedenle kendisiyle Aya Yorgi’de sohbet etme olanağı bu kez için kaçmış oldu. Ancak Aya Yorgi’de günün (evet, oraya tırmanmak da dahil) bütün yorgunluğunu atmış oldum. Manzaranın yanı sıra 300 küsür yıl önce bir tepenin üstüne inşa edilen manastırın ve insanların cesaretlerinin etkileyiciliğini düşündüm. Sanırım Ada’da yaşıyor olsam her sabah Aya Yorgi’ye çıkar ve orada dua etmenin lezzetini tadar, doğanın ve aziz İstanbul’un manzarası eşliğinde tefekkür etmek isterdim.

Öte yandan bana kalırsa Heybeli, Büyükada’ya göre daha yaşanılası bir yer. Ancak ne yazık ki Türk Silahlı Kuvvetleri Heybeli’nin büyük kısmını kapatıp kendi tesisleri haline getirmiş. Hatta tarihî Panayia Bizans Kilisesini de askeri sınırlar içerisinde bırakıp ziyarete kapatmış. Tanıyanlar bilir, şanlı Türk Ordusu’nu her fırsatta öven ve peygamber ocağı olarak gören ve milliyetçi reflekslere de sahip birisiyim. Ancak tarihî bir adanın büyük bölümünü ordunun kapatması, hele hele tarihî bir kiliseye el koyması kabul edilebilir değil, bize de yakışmıyor. Ada sakinlerinin de adadaki tesislerle alâkalı birtakım rahatsızlıkları olduğunu öğrendim ancak onları bizzat aktarmanın daha doğru olduğuna inandığımdan burada yazmayacağım; Savunma Bakanlığı’ndaki yetkililerle paylaşmayı düşünüyorum. Yine de her şeye rağmen Heybeliada, adalar içerisinde bana göre en yaşanılası yer.

Yeri gelmişken eğer adaya yolunuz düşerse, iskelenin hemen karşısında 1960 yılından beri adada bulunan Tarihî Roma Dondurması’ndan cevizli-tahinli dondurma yemenizi ve orada çalışan amcalarla muhabbet etmenizi öneririm. Dondurma o kadar lezzetliydi ki 7 top yedim ve utandığım için devam edemedim… Yine adaya gittiğinizde Heybeli Sahaf’a uğrayıp hoşsohbet sahibiyle muhabbet edebilir, harika kartpostallar ve kitaplar alabilirsiniz.

Diğer yandan bu yazıyı asıl yazma amacım sizlere bir gezi yazısı okutmak değil. Bu yazıda Türkiye’nin gündeminde bir süredir yer edinen Heybeliada Ruhban Okulu’na değinmek ve hukukî boyutuyla incelemek istiyorum. Sıkıcı bir yazı olmaması için başlangıçta biraz havadan sudan muhabbetler etsem de konuyu çok önemsiyorum ve Türkiye’nin bu ayıbı bir an evvel ortadan kaldırmasını diliyorum.

Pek çok kişi biliyordur ancak bizim kuşak için ufak bir özetle konuyu açıklayayım: 1971’e kadar faaliyet gösteren Heybeliada Ruhban Okulu 1971 yılında Anayasa Mahkemesi’nin verdiği bir karar ile kapatıldı ve eğitime ara vermek durumunda kaldı. O tarihten sonra pek çok girişim ve dava sonuçsuz kaldı. 2000li yıllarda sorunun çözümü için adımlar atılsa da sonuç alınamadı ve Ruhban Okulu hâlâ eğitime kapalı. Ziyaretçilerine ise gün içinde 12.30’a kadar açık.

Fener Rum Patrikhanesi her fırsatta konuyu gündeme getirse de özellikle bir kesim konunun büyük bir devlet meselesi olduğunu vurguluyor. İddialar temel olarak şu şekilde:

“- Ruhban Okulu patrikhanenin ekümeniklik iddiasına hizmet ediyor. 

– Ruhban Okulu Türk Devleti tarafından denetlenemiyor, bu nedenle egemenlik hakkına aykırı. (Oysa 1971 yılına kadar denetlenebiliyordu.)

– Ruhban Okulu, Kıbrıs ve Yunanistan etkisine rahatça girip propaganda yapabiliyor.” 

Bu ve benzeri sebepler neticesinde Ruhban Okulu eğitime kapatıldı ve hâlâ kapalı tutuluyor. Okulun kapalı kalmasına sebep ise Anayasa Mahkemesi’nin 12 Ocak 1971 tarihinde verdiği 1969/31 esas ve 1971/3 karar sayılı kararı. Aslında AYM söz konusu kararda Ruhban Okulu’na ilişkin bir inceleme yapmıyor. AYM Anayasa’nın 120. maddesi gereği Türkiye’de “özel üniversite” olamayacağını ancak vakıf veya devlet üniversitesi olabileceğini, bu üniversitelerin de YÖK’e bağlı olacağını belirtiyor. Bu durumda MEB tarafından denetlenen Heybeliada Ruhban Okulu da bir özel üniversite gibi değerlendirilip kapatılıyor.

Bu noktada pek çok kişi Patrikhane’nin vakıf üniversitesi kurarak okulu tekrar açabileceğini söylese de Patrikhane YÖK’e bağlı bir üniversite değil Patrikhane’ye bağlı, uluslararası öğrenciler seçip alabileceği bir okul olarak açılmasını istiyor.

2000’li yıllarda “yeni bir formül” adı altında MEB’e bağlı “yüksek okul” statüsünde okulun açılması konuşulmuşsa da bu önerinin de hukuken mümkün olmadığı hukukçu Prof. Dr. Sibel Özel tarafından belirtiliyor. Özel Hoca gerekçesinde 2547 sayılı kanunun 3. maddesini göstererek, bu okulların da YÖK’e bağlı olduğunu belirtiyor. (Yani Heybeliada Ruhban Okulu’nun 2 yıllık önlisans bölümü olsa da YÖK’e bağlı olacağını belirtmiştir.) (Konuya ilişkin Prof. Dr. Sibel Özel Hoca’nın Türkiye Barolar Birliği dergisinde yayınlanan değerlendirme yazısının linkini yazımın sonuna bırakıyorum.) (1)

Bütün bunların yanı sıra Heybeliada Ruhban Okulu’nun kapatılmasına ilişkin Patrikhane’nin avukatlığını yapan Av. Kezban Hatemi üstat ise konuya ilişkin şu değerlendirmeleri yapıyor:

Anayasa Mahkemesi’nin kararı yüksek okullarla ilgiliydi ve doğru bir karardı. Bunun din eğitimi veren ve lise düzeyinde bir yıllık bir okulla ilgisi yoktu. Zaten Kıbrıs meselesi nedeniyle 6-7 ay sonra akıllarına geldi ve uyguladılar. Tamamen siyasî bir karar.” (Av. Kezban Hatemi, Sabah)(2)

Haddimi aşmamak kaydıyla, bana kalırsa Hatemi’nin “bu okul lise düzeyinde bir okuldur” çıkışı ve ısrarı hatalı. Özel Hoca’nın yorumlarına ise nispeten katılıyorum. Öte yandan konuya bir çözüm bulunması ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması gerektiğine de inanıyorum. Bu nedenle öncelikle tartışmamız gerekenin Türkiye’de özel üniversite konusundaki yasak olduğunu düşünüyorum:

Anayasamıza göre ülkemizde devletin ve vakıfların haricinde üniversite açılması yasaktır. Ancak ortaokul veya ilkokullar özel olarak açılabilir. Öte yandan günümüzde pek çok vakıf üniversitesinin “özel üniversite” gibi muamele gösterdiği de gayet gözlemlenebilir bir durumdur. Dolayısıyla da ülkemizde “kâr amacı güdebilen” özel üniversitelerin de kurulabilmesi için anayasa değişikliği şarttır. Bu konuya ilişkin gelebilecek itirazlara yönelik olarak peşinen belirtmem gerekir ki var olan sistemde özel üniversitelere izin verilmesinin eğitimi kötüleştirme noktasında hiçbir etkisi olmaz. Eğitimin iyileştirilmesi için profesörü-doçenti çok çok az olan üniversitelerin kapatılması öncelikli olarak tartışılmalıdır. Diğer yandan özel üniversiteler rekabeti arttırır, rekabetin sonucu ise genellikle kalitenin artmasıdır.

Konuya ilişkin diğer bir husus ise YÖK denilen kurumun kaldırılmasıdır. Bu konu hakkında yazılıp çizilen o kadar çok metin ve kaynak var ki konuyu dağıtmamak ve uzatmamak adına açmayacağım. Ancak Türkiye’de YÖK denilen kurum yalnızca korku rejiminin bir sonucundan ibarettir ve özgür düşüncenin, bilimsel ilerlemenin önündeki en büyük engellerden birisidir.

Bu iki değişikliğin ardından Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması noktasında pek bir engel kalmasa da yine de anayasaya eklenecek bir madde ile “özel statülü uluslararası üniversiteler” “Cumhurbaşkanı’nın özel izni ile ve kanunla açılabilir” maddesi eklenerek sorun çözülebilir. Sanıyorum bu madde ile Mardin’deki Deyrul Zaferan Manastırı’ndaki eğitim de yeniden başlama şansı kazanabilir.

Konunun hukuki açıdan yorumuna ben bu şekilde bakıyorum. Var olan Anayasa ve kanunlarla bu okulun açılması mümkün değildir ancak anayasal bir değişiklik ile kolaylıkla sorun çözülebilir. Konu tam olarak bu noktada siyasete gelmektedir.

Birkaç yıl evvel Mardin ziyaretimde Süryani bir papaz ile konuşmuştum ve Süryanilik merkezinin Mardin’den önce Şam’a şimdi ise Beyrut’a taşındığından bahsetti. Papazın sözleri aynen şöyleydi:

Bizim ayrı bir devlet talebimiz yok, bu topraklara ve bu devlete bağlıyız. Ama bizim biz olarak var olabilmemiz için Aramice, Süryanice öğretmemiz ve dinî eğitim vermemiz gerekiyor. Oysa Türkiye buna izin vermiyor ve bu nedenle Beyrut’a gidiyoruz.” 

Heybeliada’daki Ruhban Okulu ile benzer bir sorunu Süryaniler de yaşıyor. Peki neden?

1971’e kadar açık olan Heybeliada Ruhban Okulu’nun ülkemize bir zarar veremediği, laikliğe tehdit olmadığı, medreselerin serbestliğini getirmediği, eğitimde birliği bozmadığı, “ajan yetiştirmediği” açıkça ortadadır. Öyle olsaydı 1971’den çok daha evvel kapatılırdı, bunun için gerekli fırsatlar da vardı. Ancak bunun yerine bu ülkenin bir zenginliğine sahip çıkıldı ve gerektiği noktada Demokrat Parti’nin yaptığı gibi kanun veya yönetmelikler çıkarılarak okul statüye kavuşturuldu. Öte yandan İlber Ortaylı’nın İstanbul’dan Sayfalar kitabında da belirttiği gibi Büyük Türk Sultan Mehmet, İstanbul’u Türk yurdu haline getirdiğinde Patrik’e daha evvel benzeri görülmemiş şekilde şatafatlı törenler yapmıştı. Çünkü gerçek hükümdarlık ve gerçek devlet aklı bunu gerektirir. Devlet korkuyla yönetilemez ancak idare edilir.

Diğer yandan bizim ne örfî ne dinî ne de devlet geleneklerimizde de böyle bir örnek yoktur. Bakıldığı zaman Kuran’da da gayrimüslimlerin dinî hakları ve ibadethaneleri koruma altına alınmıştır:

“Eğer Allah’ın insanları kimini kimiyle yenilgiye uğratması olmasaydı manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın isminin çok anıldığı mescitler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah kendi dinine yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır” (Hacc 22)

Modern hukukta egemenlik ilkesinin gereği,  korku rejimi inşa etmek veya her fırsatta yasaklar getirmek değildir. İnsan haklarının bir gereği olduğu kadar büyük devlet olma arzumuz ve idealimizin de gereği Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasıdır. Bizler, İstanbul gibi kutsal bir şehri yönetirken herkese adil olmak zorundayız. Ayrıca İstanbul’u yönetmenin avantajı olarak pek çok başkente dahi etki edebilmenin yollarına sahip çıkmak zorundayız. Bu ise yasaklarla olmaz ancak fırsatlar yaratarak olur.

Av. Haldun Barış

Sonnotlar

1) Sibel Özel, “Heybeliada Ruhban Okulu Meselesinin Hukukî Açıdan Değerlendirilmesi”, Türkiye Barolar Birliği, 7.2.2019 https://www.barobirlik.org.tr/Haberler/heybeliada-ruhban-okulu-meselesinin-hukuki-acidan-degerlendirilmesi-80454

2) Mahmut Övür, “Ruhban Okulunu Yasaklayan Gizli Yazı”, Sabah, 18.8.2013 https://m.sabah.com.tr/yazarlar/ovur/2013/08/18/ruhban-okulunu-yasaklayan-gizli-yazi/amp

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et