İnsanoğlu kadim yolculuğu boyunca hep bir mânâ arayışında bulunmuştur. Öyle ki ilk zamanlar gördüğü cisimlere, göremediği ama var olduğuna inandığı his veya görünmezlere çeşitli yakıştırmalar yapmış ve onlara bir tür kutsiyet atfetmiştir. Onlarla gülmüş, derdini onlara anlatmış, savaşlara onların hatrına ve onları mutlu etmek için katılmış, bu uğurda ölmüş, kurban vermiş, kurban olmuş ve hayatını bu uğurda tanzim etmiştir. Bu atfetme ve inanma durumu kronolojik sırayla, Yahudilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık ile beraber daha da kurumsallaşmış ve insanoğlu mana arayışına devam etmiştir. Çünkü hiçbir zaman sadece ve sadece yemek yemek, uyumak ya da üremek için var olduğuna inanmak istememiştir. Daha ulvi ve daha cazibedar nedenler aramıştır, yaşamak için. Ve doğru da yapmıştır.
İnsan Yaradan’ın büyük bir eseridir ve kıymeti eşsiz derinliği haizdir. Ancak bu derinliği keşfetmek çokça çabalamayı ve istikrarlı olmayı da beraberinde getirir. Bu uzun bir yolculuktur. Bazı zamanlar yaşanan acılar, çekilen çileler, başa gelen istenmeyen sıkıntılar, inişler-çıkışlar hep olacaktır. İnsan hayatı tek bir hat üzerinde müstakim ilerlemez. Bütününde doğruya doğru akar ancak bir gün diğeriyle aynı ilerlemez. Hz. Peygamber’in devesi Adba ile bir bedevinin devesinin yarışında, peygamber devesinin gerilerde kaldığını gören sahabiler duruma çok üzülür. Oysa mana ikliminin sultanı olan Hz. Peygamber kâinatın yaratıcısı O büyük Zat’ın elçisi olduğunun idrakinde olarak ve o büyüklükle şöyle der: “Dünyada yükselen bir şeyi alçaltmak Allah’ın değişmez kanunudur.” Bunun farkında olmak insana acılarında ve ihtiyaç duyduğu anda yaşadığı yalnızlık hissinden kurtararak, muazzam bir planın ve imtihanın bir parçası olduğunun farkına vardıracaktır. Kararlılık ve amaca ulaşmaya inanmayı keşfetmek insanın en büyük gücüdür. İbn Arabî’nin ifadeleriyle “Bütün bu yolculuk, kendimden kendime imiş” hakikatinin sırrına ermek elzemdir. Yani hayata karşı verdiğimiz mücadelede galip gelebilmek için öncelikle yola donanımlı çıkmak lazım. Kendini fetheden insan hayatını şuurluca yaşar. Engellere karşı dayanıklı hale gelir.
Yol uzun ve yorucu. Ama yılmamak lazım. İyi insan olmaya çabalamak ve insanların hiçbir türlüsüne de hor bakmamak gerek. Çünkü “Surete aldanan hakikati ıskalar.” Ancak bunlara rağmen zaman çabuk tükeniyor. Koşuşturmacalar ve uğraşılar birbirini kovalıyor. Yine de her hale şükür. Seneca’nın dediği gibi “Neler kaybettiğinizin bile farkında olmadığınız anlarda kim bilir kaç kişi hayatınıza kendi çöpünü boşalttı” kabilinden zaman israfı kişilere ve durumlara karşı da hor bakmadan sabit kadem durmalı ve özümüze bir zararın dokunmaması adına gayret göstermeliyiz.
After Life dizisinde karşılaştığım bir söz beni derinden etkiledi. “Bir toplum, yaşlı adamların gölgesinde asla oturmayacaklarını bildikleri ağaçları dikmeye başladığında gelişir. İyi insanlar iyilik yaparlar. O kadar, ötesi yok…” Evet, çok doğru! İyi insanlar iyilik yaparlar. O kadar, ötesi yok!
Umutsuzluk yok, mana çok ve hayat yine de yaşamaya değer!
Mevlana’nın benzersiz ifadeleriyle söyleyecek olursak… Unutmayalım ki:
“Bir gün gelir,
Açmaz dediğin çiçekler açar,
Gitmez dediğin dertler gider,
Bitmez dediğin zaman geçer.
Hayat öyle bir sır ki;
Önce şükür,
Sonra sabır,
Sonra da inanmak gerek.”