Bireyin Ahlâkı, Siyasinin Tutarlılığı, Ülkenin Menfaati

Her insan karşısındaki insanın, ister komşuluk, ister ticaret, ister yolculuk, isterse de evlilik yapmak istesin, öncelikli olarak ahlâklı olmasını ister ve bekler. Şayet en küçük bir davranış bozukluğu görürse de hemen ilişkisinin seviyesini aşağıya indirmek veya sonlandırmak yönünde bir tavır geliştirir. Başkalarından bunu bekleyen aynı insanın kendisinin de diğerlerine karşı ahlâklı ve tutarlı olması beklenir.

Aynı insan siyasî sahaya girdiğinde, öncesinde çevresine verdiği ahlâkî fotoğrafla bir teveccüh kazanır veya göz ardı edilir. Şayet siyasî sahada ilerlemeye başlamışsa, destekleyenleri ve muhalifleri tarafından her hareketi ve sözü kayıt altına alınır. En küçük bir çelişkisi de yüzüne çarpılır. Bireysel hayatında ahlâklı olan birinin siyasî hayatında da ahlâklılık halinin devam etmesi istenir. Siyasî sahadaki ahlâkî gösterge ise tutarlılığıdır. Ama “dün dündür, bugün bugündür” söylemi de dilimize pelesenk olmak zorunda kalmıştır. Propaganda sürecinde akla hayale gelmeyecek vaatler veren veya muhalifine ağza alınmayacak sözler söyleyen bir siyasinin, seçimlerden sonra önceki söylediklerini yutup, vaatlerinden hiç söz etmemesi veya hükümet kurabilmek için muhaliflerine ilan-ı aşk etmesi de sık rastladığımız durumlardandır. Tabiî hemen, geçmişte söyledikleri yüzüne vurulur. İnsanın karşılaşabileceği en zor durumlardandır herhalde.

Siyasinin iktidar olup devlet sorumluluğu aldığı andan itibaren başka bazı ahlâkî zorluklar karşısına çıkar. Dün yüksek sesle bağıra çağıra ideolojisini haykıran siyasinin, başına taç geçirdiği andan itibaren o ideallerinden taviz vermesi gerekmektedir. Çünkü yönettiği kurum kendi şirketi, girdiği ilişki kendi şirketinin ticarî faaliyeti değil, ülkesinin bütün insanlarının ortak ve âli menfaatidir. Yani artık devlet yöneticisinin ahlâkı veya tutarlılığı değil, kısa zamanda ülkesine kazandıracağı menfaat sağlayıcılığı önem arz etmektedir.

Daha önce de yazmıştım, Tayyip Erdoğan İstanbul Belediye Başkanlığı’na aday olduğu süreçte, sahip olduğu ideoloji doğrultusunda İstanbul’daki genelevlerini kapatacağını vaat etmişti. Belki kazanamayacak biri için bu vaat kendine şan da kazandırabilirdi. Ama kazanınca hemen ilk soru, “genelevleri ne zaman kapatacaksınız?” olmuştu. O da durumun kendi vaat ettiği gibi olmadığını görmüş, genelevleri kapatmanın belediyenin değil valiliğin sorumluluğunda olduğunu öğrenmiş, belki de biraz rahatlamıştı. Vaadini tutamamış ama gerçekler karşısında boyun eğmişti.

Siyasi parti liderlerinin taraftarlarına seçim kazanma sevincini yaşatmak için, daha önce hayal bile edilemeyecek işbirliklerine girdiklerini, son seçim öncesi, hem Cumhur İttifakı hem de Millet İttifakı adaylarının girdiği işbirliklerinde gördük. Bu işbirlikleri bize, kendi ahlâkı ve siyasi tutarlılığının göz ardı edilip, siyasî sahada taraftarlarına başarı sevinci yaşatmanın daha öncelikli olduğunu göstermiştir. Demek oluyor ki, siyasî sahada böyle bir tavır ahlâksızlık veya tutarsızlık olarak görülmemeli, anlayışla karşılanmalıdır.

Siyasî aktörlerden birinin devleti yönetme sorumluluğunu aldıktan sonra bireysel ahlâkının, ideolojisinin ve siyasî tutarlılığının artık hepten bir kenara bırakılıp, sadece ülkesinin ve milletinin menfaatine yarayacak adımlar atması gerektiğini de görüyoruz. Ülkemizi 21 yıldır yöneten Erdoğan’ın, askerî darbelere karşı olması hasebiyle, Mısır’da demokratik yollarla iktidara gelen hükümete darbe yapan Sisi’ye en baştan bireysel ahlâkı ve siyasî tutarlılığı gereği uzun süre tavır koymasının ülkeye verdiği zararlar artık taşınamaz boyuta gelince, ülkesinin menfaati gereği çark etmesi ahlâksızlık veya tutarsızlık olarak değil, asıl sorumluluğunun farkına varmak olarak görülmelidir. Bu örnekler çoğaltılabilir ve her siyasinin önüne bu tür resimler konulabilir.

Bu tutarsızlıklar bireysel olarak bize itici gelebilir. Örneğin, artık birbirine hayatta selam vermezler dediğimiz siyasilerin daha sonra siyasî ortaklık kurmalarını ilk baştan yadırgasak bile, sonradan ülkenin menfaatine olduğunu görmüşüzdür. Tersini düşündüğümüzde karşılaşacağımız tablonun, yani siyasilerin birbirlerine olan o ayıplanacak söz ve davranışlarının ömürleri boyunca sürdüğünü düşündüğümüzde, ülkenin ve partisinin uğrayacağı zararı göz önünde bulundurduğumuzda, bu konuda tutarsızlık gibi görünen tavır göstermeleri herkesin menfaatine olmaktadır. Yani ülke yönetimsiz kalmamakta, koalisyon veya ittifaklar kurulabilmektedir. Yine yöneticilerin, taraftarlarının göğsünü kabartacak gibi yüksek perdeden, diğer ülkeler hakkında konuşmaları ve menfi tavır göstermelerinin ülkenin zararına olduğunu görerek, Suudi Arabistan’la, BAE’yle, Mısır’la, İsrail’le, AB’yle, ABD’yle, Rusya’yla sıcak ilişkiler kurmasını da önceki yanlıştan dönmesi olarak görüp iki yüzlülük olarak ayıplamamamız gerekir. Yine aksi durumu düşündüğümüzde, hiçbir ülkeyle dostluğu kalmamış bir ülke olmanın hiç kimsenin menfaatine olmayacağını bilmemiz gerekir.

O zaman insandan beklenen, kendi hayatında üstün ahlâklı olması, siyasî hayatında yarın kendini tutarsızlığa düşürecek yüksek vaatlerde, söylemlerde bulunmaması, elini sıkmak zorunda kalacağı rakipleri hakkında ileri geri konuşmaması, devlet yöneticisinin de, halkının ve memleketinin aleyhine olabilecek konuşma ve davranışlardan uzak durmasıdır. Her siyasî adayın bu yaşananlardan ders alması beklenir ama bizde piyes hep baştan başlar, aynı oyun defalarca tekrar sahnelenir.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et