Oligarşik Bürokrasinin Yeni Oyunu Nasıl Bozulur?
12 Haziran Seçimleri sonucunda ortaya yüzde doksan beş düzeyinde toplumun temsil edildiği bir Meclis yapısı ortaya çıktı. Temsil gücü yüksek yeni Meclis, demokratik ve sivil bir anayasa yapacak meşru, demokratik ve güçlü tek organ durumundadır. Bu seçim sonuçlarından sonra hiç kimse yeni Meclis”in anayasa yapıp yapmayacağına dair gereksiz bir tartışma yürütemez. Toplum, net bir şekilde Meclis”e özgürlükçü, demokrat ve sivil bir anayasa yapma görevi vermiştir.
Yeni Meclis”in yapacağı yeni anayasanın muhtevasına dair farklı tartışmaların yapıldığı bugünlerde, birdenbire kendimizi YSK tarafından yaratılan yapay bir krizin içinde bulduk. YSK, BDP”nin desteklediği bağımsız milletvekili Hatip Dicle”nin milletvekilliğini iptal etti. YSK”nın bu kararı, ülkede derin bir sosyal ve siyasi kriz yarattı ve önümüzdeki günlerin ne getireceğine dair kaygılı bir bekleyişin içine toplumu soktu.
YSK, vermiş olduğu kararın değişik anayasa ve yasa maddelerine dayandığından hareketle meşruluğunu savunmaktadır. Yürürlükteki yasalara teknisyen bir mantıkla yaklaşıldığında YSK”nın kararı, formel olarak haklılaştırılabilir. Ancak hukuk, yasa teknisyenliğinden daha fazla bir şeydir. Bireyi ve özgürlüğünü korumayı esas alan sahici bir hukuk perspektifi açısından, YSK kararı hukuka değil, yasa teknisyenliğine bir örnek oluşturmaktadır. YSK kararı, ülkemizde hukuk ve yasa arasındaki derin uçurumu ve çatışmayı bir kez daha tezahür ettirmiştir.
Bir yargı kurumu olarak YSK, hukuki bir karar verdiğini iddia etmesine rağmen, bu kararın hukukiliği ve meşruluğu tartışılmaktadır. Bu kararla YSK, bir kez daha tartışılan bir kurum haline gelmiştir. Seçim öncesi ve sonrası verdiği kararlarla, YSK”nın önemli bir vesayet kurumu olduğuna dair kanaat kamuoyunda pekişmiştir. 2007 seçimleri sonrası Anayasa Mahkemesi”ne yöneltilen eleştirilerin aynısı bugün YSK”ya yöneltilmektedir.
YSK kararı, kamuoyunun önemli bir bölümü tarafından rutin bir karar olarak görülmemektedir. Bu karar, 12 Haziran seçimleri sonrası ortaya çıkan seçmen iradesine karşı yapılan ciddi bir müdahale, siyasi ve sosyal hayatı dizayn etme girişimi, demokratik ve sivil anayasa ihtiyacını ve talebini gündemden çıkarma oyunu ve Meclis”i yapay krizlerle meşgul etmek için sergilenen derin bir operasyon olarak algılanmaktadır.
Vesayet sistemi veya oligarşik bürokrasi dediğimiz statükonun, operasyonlarını ve müdahalelerini iki siyasi aktör üzerinden gerçekleştirmekte ve yoğunlaştırmaktadır.2007 Seçimleri sonrası Ak Parti”ye karşı açılan kapatma davası, 12 Haziran seçimleri sonrası YSK”nin verdiği Dicle kararı, statükonun müdahale ve dizayn girişimlerinin önemli bir bölümünün Ak Parti ve BDP”yi hedeflediği görülmektedir. Statüko, Ak Parti ve BDP”yi birbirine karşı düşman olarak konumlandırmakta ve onları birbirine karşı kullanmayı istemektedir.
Son YSK kararı, sıradan bir karar değildir. Sivil ve demokratik bir anayasanın gündemde olduğu, Kürt sorununun demokratik çözümü için siyasi ve sosyal atmosferin uygun olduğu bugünlerde bu kararın verilmesi anlamlıdır. Doç.Dr. Hüseyin Yayman, son YSK kararını doksan üç yılında yapılan ve otuz üç insanın öldürülmesiyle sonuçlanan Bingöl saldırısıyla mukayese etmektedir. Bingöl saldırısı, Kürt sorununun demokratik çözümü için yapılan çabaları ortadan kaldırdığı gibi, bugünde son YSK kararı da benzer bir şekilde toplumsal barışı ve sivil demokratik anayasa girişimini dinamitleme potansiyeli taşımaktadır. Bingöl saldırısı sonucunda kaybeden Türkiye olmuş, ama statüko kazanmıştır. Son karar da demokrasiyi mağlup, statükoyu galip yapma gibi bir sonucun ortaya çıkmasına neden olabilir.
BDP ve Ak Parti, son YSK müdahalesini iyi okumalıdırlar. Bu karar, hiçbir şekilde Ak Parti ve BDP”yi karşı karşıya getirmemelidir. Her iki partide birbirlerini zayıflatmak yerine demokrasiyi derinleştirmek için bir araya gelmelidirler. Karar sonrası verilen bazı suçlayıcı ifadeler, her iki parti arasında yapılabilecek diyalog ve işbirliğine katkı sağlamamaktadır.Her iki parti, birbirlerine gol atmak yerine statükonun oyunlarını nasıl boşa çıkaracaklarının yollarını aramalıdırlar.
YSK kararından sonra bağımsız milletvekillerine sağduyu çağrıları yapıldı. Sağduyu çok önemli bir tutum ve değer olup içi tüketilmemelidir. Sağduyu işbirliğiyle beraber gündeme getirilmelidir. Sağduyu ve işbirliği, statükoyu demokrasi ve sivilleşme yönünde değiştirmek için BDP, Ak Parti, CHP ve MHP”nin bir araya gelmelerini esas alan bir anlayışı kapsamalıdır. Statükonun yarattığı bu kriz, demokratikleşmeyi ve normalleşmeyi hedefleyen somut bir işbirliği fırsatına dönüştürülmelidir.Sahici sağduyunun gereği de bu nitelikteki bir işbirliğidir.
Dicle”nin milletvekilliğinin düşürülmesinden sonra, siyasi partiler ve kişiler bazı suçlamaların hedefi haline getirildi. YSK kararı, sorunun kişiler ve partiler olmadığını, statüko dediğimiz sistem olduğunu ortaya çıkarmıştır. Mevcut kriz, statükoyu devam ettirip demokratikleşmenin ve sivilleşmenin önünü kapatmayı amaçlamaktadır. YSK müdahalesi, sivil ve demokratik anayasadan vazgeçmeyi değil, bir an önce topyekun bir demokratikleşme için büyük bir seferberliğe başlamanın hayati bir ihtiyaç olduğunu ortaya koymuştur. YSK”nın yarattığı krizden çıkarılacak en önemli ders şudur: Statüko dediğimiz vesayet sistemi, bütün kurumlarıyla ve yasalarıyla sorunun ta kendisidir. Statüko sarmalından kurtulmanın çözümü ise sahici anlamda özgürlükçü demokrasiyi kurum, kurulları ve hukukuyla yerleştirmektir.
stratejikboyut.com,
27.06.2011