Hangi dinin havzasında yetişmiş olursa olsun, muhafazakâr kültürün vazgeçilmezlerinden biri haremlik-selamlık geleneğidir. Muhafazakâr kültürü diyorum çünkü hiçbir dinin özünde olmayan, hiçbir ilahî kitabın emretmediği bir uygulamadır bu. Bizi daha çok ilgilendirmesi bakımından bu geleneğin Müslümanlar arasında nasıl ortaya çıktığını incelememiz faydalı olacaktır. Otantik amacından hayli saptırılmış olan bu gelenek ne yazık ki günümüzde, din adına insanın fıtratına karşı yürütülen bir gerilla savaşına dönüşmüştür.
Hatırlayalım…
Bu kavramı dilimize yerleştiren Osmanlı’nın kültüründe haremlik-selamlık ne anlama geliyordu?
Bilindiği üzere dedelerimiz, bizim gibi 2+1 kutular halinde üst üste bindirilmiş evlerde yaşamadılar. Yaşadıkları evler 2 veya 3 katlı, pek çok odası bulunan evlerdi. Bu evlerde misafirin ağırlandığı bölüm ile aile efradının mahrem alanı birbirinden güçlü bir şekilde ayrı olarak dizayn edilmişti. Bu evlerde otantik anlamıyla “haremlik” ve “selamlık” vardı. Selamlık denen bölge selam veren herkesin rahatça ağırlandığı dış kapıya açılan bölümdü. Haremlik denen bölge ise birbirinin mahremi olan insanların, yani aile efradının özel yaşam alanı, mahremiyet bölgesiydi. Bu iki bölgenin ayrımı kadın-erkek ayrımına değil, kadın için örtülü olup olmama ayrımına dayanıyordu. Bu uygulama sayesinde evin hanımlarının, gelen giden telaşına kapılmadan her zaman rahat ve serbest olabileceği bir bölge tahsis edilirken, muhtemel ziyaretçiler için de kapıyı çalar çalmaz içeriye buyur edilebileceği lobi türü bir alan oluşmuş oluyordu.
Otantik şekliyle “çok zarif” olarak nitelenebilecek bu uygulama her zaman içimde saygı uyandırmıştır. Ne var ki bugün haremlik-selamlık dendiğinde akla gelen şeyin maalesef bu uygulamayla hiçbir alâkası yoktur. Bugün Müslümanların ağırlıklı olarak bulunduğu herhangi bir yerde -sanki aksi günahmış gibi kadın ve erkekler birbirinden ayrı alanlara yerleştirilmekte ya da bu bir şekilde sağlanmaktadır. Bunun aksine rastlamak neredeyse imkânsızdır. Muhafazakâr bir derneğin herhangi bir toplantısına eşinizle katılsanız, mekâna girdiğinizde eşinizden ayrı oturmak zorunda kalırsınız. Evli ve muhafazakâr bir arkadaşınızı ziyaret etseniz -istisnalar dışında- arkadaşınızın eşiyle karşılıklı bir çift laf edemezsiniz. Fakat bir AVM’de karşılaşsanız beraber yemek bile yersiniz. Hepsini geçsem de içimi en çok acıtanı Allah’ın camisine giren bir bayanın, eşiyle beraber ibadet edememesidir. Tam bir Yahudilik örneği olmasına rağmen benim din kardeşim demekte zorlandığım insanlar bu uygulamaya Allah’a sarılır gibi sarılmakta, kadınları sert bakışlarla üst katlara veya etrafı kapalı hanım mahfillerine sürmektedirler. Koskoca Süleymaniye Camii’nde imamın arkasında namaz kılan tek bir saf bile olsa, kadınsanız o safın arkasında namaza durmanıza izin verilmez ve imamın 50 metre arkasında önü kapalı bir bölümde namaz kılmaya zorlanırsınız. Cuma ve bayram namazlarına ise hiç alınmazsınız. Hiç kimsenin de aklına “bunun dinî bir temeli var mı?”, “Allah’ın elçisi de böyle mi yapmış acaba?” soruları gelmez. Hacca gittiğinde Kâbe’yi tavaf ederken karşı cinsle Zincirlikuyu’dan metrobüse binmiş gibi bir arada olmak, bu arkadaşları hiç düşünmeye sevk etmez.
Öğrencilik yıllarımda bir cemaatin bir kurumunda bir süre çalışmıştım. Kurum içerisinde küçük ve büyük ofisler vardı. 7-8 kişinin bir arada çalışabileceği büyüklükte ofisler camekânla ikiye ayrılmıştı. Bu ayırmanın tek sebebi kadın ve erkeklerin arasına “makul” bir uzaklık koymaktı. Böyle bir ofiste işe başladığımda sırf benim bulunduğum bölümde üç hanım ile bir arada çalışıyor olmamdan dolayı 7 (yedi) kişinin yer değiştirmesi suretiyle ben, erkeklerin bulunduğu camekânlı bölgeye alınmış oldum. Hâlâ o hanımları camdan görebiliyordum ve pek çok işi de beraber yapıyorduk. Fakat masamdayken erkeklere fiziksel olarak daha yakındım. Gerçekten acınası bir gülünçlük durumu ortaya koyan bu kurumda sanırım Nur suresinin 61. ayeti hiç okunmamış olacak ki kadın ve erkeklere farklı saatlerde yemek verilmekteydi. Birkaç ay daha çalıştıktan sonra bana sakallarımı kesmemi söylemeleri üzerine oradan ayrıldım. Bir daha da kapısının önünden geçmedim.
Bana bunun ne zararı olduğunu soracak Müslüman kardeşlerime öncelikle bir alıntıyla cevap vermek isterim:
“Adetlerin ibadet haline geldiği bir yerde ibadetler de adetleşir.” (M.İslamoğlu)
Sonra din ve kültür, ilahî olanla olmayan içiçe girer ve karşınızda kendi adet ve alışkanlıklarını din gibi savunan, farklı görüşlere “küfür” gibi bakan insanlar bulursunuz. Bunu özellikle çocuklarını kendi adetlerine uygun olarak yetiştirmeye çalışan muhafazakâr ailelere söylüyorum. İslam fıtrat dinidir (bkz. Rum 30/30). İnsanın fıtratıyla savaşırsanız Allah’la savaşırsınız ve kaçınılmaz olarak kaybedersiniz. İslam hiçbir kamusal alanda kadınlarla erkeklerin bir arada bulunmasını yasaklamaz. Siz Allah’ın yasaklamadığı bir şeyi yasaklamaya çalışırsanız bu bir ifrat olur ve her ifrat tefriti doğurur. Sonra da “bu çocuk kimin çocuğu?” dersiniz.