Son yazımda Rasim Ozan Kütahyalı’nın Taraf’ta yayınlanan bir makalesinde Kürt hareketini alternatifi olmayan, kalbinde Öcalan’ın yer aldığı tek bir çatı olarak tarif edip, bu gerçeğin yadsınmasını sağcılık ya da liberal palavra olarak niteleyen ve hepimizi bu “realiteyi” kabul etmeye davet eden görüşlerini eleştireceğimi yazmıştım.
Gerçi araya Başbuğ’un konuşması girdi ama doğrusu o konuda söylenenlere eklenecek pek bir şey de kalmadı.
O yüzden Kütahyalı’nın yazısına dönebiliriz.
Rasim yazısında beni sevdiğini söylemiş. Sağ olsun, ben de onu severim ama doğrusu siyasi tahlillerini hâlâ sağcılık-solculuk ekseninde yaptığını görünce biraz hayal kırıklığına uğradığımı saklamayacağım.
Her neyse… Bana hiç manalı gelmiyor ama eğer Kütahyalı’nın terminolojisini kullanacak olursak, benim hatırladığım kadarıyla asıl sağcılık dediğimiz şey, toplumsal ya da siyasal bazı realiteleri (ne kadar zararlı, ne kadar berbat olurlarsa olsunlar) değişmez kabul etmek ve boyun eğmektir.
Kütahyalı da bunu yapıyor. Kürtler Öcalan’a kalpten bağlıymışlar. Öyle ki, analarının babalarının infaz emrini bizzat vermiş bile olsa ondan kopamazlarmış. Öyleyse bizim de bu realiteyi kabul etmemiz ve onunla birlikte yaşamayı öğrenmemiz lazımmış. Aksini düşünmek, yani günün birinde Kürtler’in yaşadıklarından dersler çıkarabileceklerini, Öcalan’ın ağzının içine bakmaktan kurtulup özgür bireyler olarak hareket edebileceklerini, farklı siyasi alternatifler yaratabileceklerini düşünmek liberal bir palavra, ayrıca şahinlerin değirmenine su taşıyan sağcı bir tutummuş.
Çok tartışma götürür ama bir an için Kütahyalı’nın Kürtler’in PKK’yla ilişkisine dair çizdiği bu tablonun gerçek olduğunu varsayalım.
Açık konuşalım; eğer realite buysa ve değişme ihtimali de yoksa, açılım dediğimiz şey bu realiteyle birlikte süremez. Kütahyalı’nın büyük harflerle altını çizdiği ve sabitleştirdiği bu realite değişmezse biz de bu açılımı unutmak zorunda kalırız.
Şöyle ki:
Öcalan son tutumuyla da ortaya koydu ki, onun açılımdan anladığı, PKK’yı silahlı bir güç olarak yedekte tutarak ve “ortalığı kana bularım” tehdidini sürdürerek hükümetle kendi geleceği için pazarlığa oturmak… Bugün hücresinin genişliğini bahane etti, yarın “evde gözaltı” diye tutturacak; öbür gün serbest siyaset yapma “hakkı” için yine gençleri sokaklara döküp evleri, arabaları ateşe verdirecek. Daha olmadı 8-10 asker daha öldürtüp barışı provoke edecek.
İstediği zaman iç savaş provalarıyla bütün halkın yüreğini ağzına getirip istediği zaman demokratik mücadeleye devam emirleri verecek.
Peki koca ülke bu şantaja boyun mu eğecek?
Meclis’in, hükümetin üzerinde sürdürülmeye çalışılan askeri vesayetin yanı sıra bir de PKK vesayeti mi oluşacak?
20 milyon Kürt kendi adları, kendi kimlik hakları istismar edilerek sürdürülen bu şantajı tasvip mi edecek? Bir adamın kendi kaderiyle oyuncak gibi oynaması karşısında ilelebet sessiz mi kalacak? “Ya ben de kurtulurum ya da sizler de yanarsınız” tutumu alan bir önderi ilelebet önder mi kabul edecek?
İşte asıl gerçekçi olmayan, böyle bir tablonun sürebileceğine, 20 milyon Kürt’ün bir kişinin oyuncağı olabileceğine inanmaktır.
Böyle bir tabloyu ne Türk ve Kürt kamuoyu kaldırabilir ne hükümet ne de devlet…
Türkiye’deki siyasi gelişmeleri belirleyecek olan asıl “sahici zemin” budur…
O yüzden, eğer açılımın sürmesini istiyorsak hep birlikte dilimizin döndüğü kadar PKK’nın etki alanındaki Kürtler’e, bir elde silah varken siyaset yapılamayacağını anlatmamız lazım. Açılımın devamı için silahların aradan çekilmesinin, şiddetin ortadan kalkmasının şart olduğuna ikna etmemiz lazım. Silahlar -kullanılmasa bile- bir tehdit unsuru olarak yedekte tutulduğu sürece siyaset sukut etmek zorunda kalır, eli kolu bağlanır, sorun çözemez hale gelir.
***
Dün DTP’liler Meclis’e dönüş kararı aldılar.
Bu durum, önümüze yeni bir fırsat kapısı açıyor. Umalım ki yeni bir parti çatısı altında Meclis’e dönen milletvekilleri bu defa kendilerini muhatap olarak hissederler. Meclis’te sadece Öcalan’ın çıkarlarını değil temsilcisi oldukları kitlenin çıkarlarını savunmayı da akıl ederler. Ergenekon Davası’na biraz olsun ilgi gösterirler. Tokat’ta olan bitenin peşine düşerler.
Bu arada umalım ki bazı liberal ve demokrat aydınlar da PKK’yı ve Öcalan’ı şımartıp tepemize çıkarmaktan artık vazgeçerler.
Bugün, 20.12.2009