Halis Çetin – ‘Güvenlik devleti’nden ‘güven devleti’ne yeni anayasa

Bir güvenlik devleti olarak kurulan Türkiye, olağanüstü güvenlik sorunlarının yaşandığı zamanlarda anayasalarını yapmıştır. Doğal olarak da tüm anayasalar ‘güvenlik anayasası’dır. Mevcut anayasa var oldukça Türkiye tek bir ideolojik hegemonya içerisinde siyasal yaşamın düzenlendiği bir güvenlik devleti modelini sürdürecektir.

Prof. Dr. HALİS ÇETİN / Siyaset Bilimci

ütün devletler tek bir basit kural üzerine inşa edilirler: İnsana (halkına) güvenmek veya güvenmemek. İnsana güven üzerine kurulu devletlerin temel kaygısı insanların hakları, özgürlükleri ve mutluluklarını yükseltmek ve onların sosyal sermayesi olan tarihsel, geleneksel, etnik, dinsel ve kültürel değerlerine güvenerek plüralist bir siyasal düzen kurarak siyasal ve toplumsal barışı tesis etmektir. Çünkü devletin güvenliği de ancak halkına güvenmesi ve halkının da kendisine güvenmesi üzerine sürdürülebilir. Bu tip devletler güven siyasetine dayandıkları için ben onlara “güven devleti” diyorum. Kendi insanına, halkına ve halkının sosyal sermayesine güvenmeyip ondan korkan devletler ise korku siyasetini esas aldıkları için onlara da “güvenlik devleti” diyorum. Güvenlik devletleri, insanın doğasının kötülüğü teorisi üzerinden insana ve insana ait kategorik farklılıklara güvenmemeyi tercih ederler ve devlet yapılarını ve siyasetlerini kendi insanlarından korunmak üzerine “onların iyiliği için onlara rağmen” inşa ederler. Bu yüzden güvenlik devletlerinin “kölelik yolu” “mutlak iyi”lik taşlarıyla örülüdür. Toplum da zaten kendisine güvenmeyen devletine asla güvenmez. Halkına güvenmemek üzerine kurulu bu düzen güven yerine “güvenlik” ilkesini esas alır. Devlet de bir güvenlik mekanizmasından başka bir şey değildir. Güvenlik devletinde korku en asli iktidar aracı haline geldiği için başta anayasası olmak üzere ordudan eğitime, idari yönetimden polise, medyadan yargıya kadar her kurum güvenlik sendromu üzerinden bir korku üretim aracına ve merkezine dönüşür. Bu yüzden “güvenlik devleti”, aynı zamanda bir korku siyaseti üretme ve sürdürme aracı olarak kullanılır. Eğer başında bir lider, yol gösteren bir aydın kesim, onu kontrol eden bir bürokratik vesayet ve onun ruhunu, bedenini ve dimağını şekillendiren bir ideolojik hegemonya ve onun kurucu iktidarını meşrulaştıran bir anayasal düzen olmazsa halk kaos içinde başıboş kalır ve yıkıcı, bölücü ve gerici (korkutucu) akımların/düşmanların etkisine girer. Çünkü düşman yoksa korku da yoktur, korku yoksa güvenlik de yoktur, güvenlik yoksa devlet de yoktur.

Güvenlik devleti: Kölelik yolu

Güvenlik devleti açısından dost-düşman ayrımını siyasal bir paradigma olarak ortaya koymak olmazsa olmaz bir sorundur. Bu yüzden Hayek, “Kölelik Yolu” adlı eserinde, devletin iç ve dış düşman varlığını bir tehdit algılaması olarak devamlı siyasetin gündeminde tutmasını ve teyakkuz halinde bir toplumsal yaşam kurmaya çalışmasını köleliğe giden yolun ilk ve en önemli işareti olduğunu söyler. Hayek, bu anlayışın sonucunda toplumun sürekli güvenlik sendromu ile korku ve tehdit algılaması içerisinde tutularak kontrol edildiği ve toplumun askeri bir düzen içerisinde örgütlendirildiği bir düzen inşasına yol açacağını belirtir. Çünkü iç düşman ve dış düşman algılamasına dayanan güvenlik devleti bu gerekçeyi toplumu düzenlemenin aracı olarak kullanır. Bu yüzden güvenlik devletleri düşmansız var olamaz. Hayek’e göre güvenlik algılaması bireysel özgürlük alanını giderek daraltacak ve sonuçta yok edecek en büyük tehdittir. Devlet güvenliği paralelinde “kamunun yararı ve bireyin iyiliği için” anlayışı güçlenecek ve temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması gerçekleşecek ve daha kötüsü güvenliğin teminatı olarak gösterilen ordu (polis ve yargı gibi güvenlik güçleri de) aşırı imtiyazlarla devlet yönetiminde etkinleşecektir. Eğer ordu kendisine ait güvenlik konseptini devlete veya topluma şamil kılarsa da özel bir organizasyon olan askeriye tüm devlete hakim hale gelecek ve halk da sadece kendilerini korusun diye itaat ettikleri devletin sadece koruyucusu olmayacak aynı zamanda köleleri olacaklardır. Benjamin Franklin’in ifadesiyle “güvenlik uğruna temel özgürlüğünü feda eden insanlar ne özgürlüğe ne de güvenliğe layık” olacaklardır. Çünkü insanları güvende tutan tek şey özgürlükleridir.

Modern güvenlik anayasaları, Leviathan olarak yaratılan devleti “tek egemen tayin edip bu egemenin ortak güvenlikle ilgili işlerde yapacağı veya yaptıracağı şeylerin amili olmasını” ve vatandaşların da kendi varlıklarını o egemenin varlığına, kendi iradelerini o egemenin iradesine, kendi akıllarını o egemenin aklına ve kendi ahlaklarını o egemenin ahlakına tabi kılmasını emreden metinlerdir. “Böylece herkesin bir ve aynı korku/güvenlik örgütlenmesinde birleşmesini” sağladı. Böylece bireysel olarak terk edilen korkuların toplamından daha üstün ve daha güçlü egemen bir mutlak korku/güvenlik devleti ortaya çıktı. Her türlü güvenlik yaptırımının özgürlükten kaynaklı kaosun doğurduğu korkudan daha iyi olduğu öğretildi. Güvenlik devleti korkuyu kendi varlığında sıradanlaştırdı. Korku sıradanlaştıkça da devlet ve yaptırımları doğallaştı. Korku ve devletin buluştuğu ortak nokta da ortak doğalarından gelen bir bağ idi: tehdit et ve yönet. Çünkü korkunun ve güvenlik devletinin amacı ortaktı: toplumsal birlik ve dirliği sağlamak. Bu yüzden devlet en büyük meşruiyet kaynağı ve aracı olarak anayasalar aracılığıyla kolektif korkulara hukuki statü kazandırdı. Kolektif korku ne kadar güçlü olduysa devlete bağlılık da o kadar güçlü oldu ve korku unsuru ilan edilen öteki/yabancı/düşman olan unsurlara karşı tepki ve cezalandırma biçimi de o denli şiddetli ve meşru oldu. Devlet sadece bunu meşrulaştıran söylemler değil aynı zamanda bu korkuyu topluma yayan bir “ahlak ve inanç polisi” olarak toplumsal hayatı ve hayat tarzını belirleyen ve koruyan bir güvenlik bütünlüğü/teşkilatı haline dönüştü. Korku birliğin, devlet de dirliğin teminatı oldu.

Modern ulus devlet olarak Türkiye, hem ulus devletin hem de kurucu ideolojik hegemonyanın yöntemi olarak korku siyaseti üzerinden “güvenlik devleti” inşa etti. Doğal olarak da cumhuriyete ait tüm kuram ve kurumlar korku siyasetinin bir aracı olarak kullanıldı. Anayasaların asli fonksiyonu da bu korku siyasetinin ve güvenlik devletinin alanını çitlerle/kırmızı çizgilerle çevirmek oldu. Böylece sadece ülke değil toplum ve bireyler de korku çitleriyle/kırmızı çizgilerle çevrilmiş oldu. Bu etrafı çitlerle çevrilmiş kütleyi bir “güvenlik” sistemi içinde düzenleyen de son tahlilde güvenlik güçleri olmaktadır. Bu yüzden bir güvenlik sendromu yaratma işlevi gören korku aynı zamanda da toplumu şekillendirme ve dönüştürme misyonunu da üstlenmiştir. Bu durum tüm bir siyasal sistemin güvenlik paranoyasına dönüşmesi ve paralelinde de toplumsal bir paranoya yaratılması anlamındadır. Artık hiç kimse güvende değildir ve herkes haddini aşma ya da bozgunculukla suçlanma ihtimaliyle karşı karşıyadır. Paranoya da zaten bu ihtimalin kendisidir. Bir modern güvenlik devleti olarak kurulan Türkiye de sürekli iç ve dış düşman tehditleriyle bu paranoya ruhunu ve siyasetini başta anayasaları olmak üzere tüm kurumlarına sindirmiştir. Güven devletlerinde anayasaların amacı halkı devlete karşı korumak iken güvenlik devletlerindeki anayasalar devleti halkından korumaya odaklanmışlardır. Bu yüzden Türkiye anayasaları da hukuk güvenliğinin değil güvenlik hukukunun anayasaları olmuşlardır.

Modern güvenlik devleti olarak inşa edilen Türkiye, korku siyaseti sürekliliğinin ilk şartı olarak “öteki” korkular veya düşmanlar/asiler/hainler/bölücüler/gericiler yarattı. Devlet tehdidine ve korkusuna neden olmamak için toplumsal hijyen yapılarak birbirine düşman siyasi öfke ve korku toplulukları yaratıldı. Korku ile kuşatılmış ahlak dünyasında tek kimlikli insan ve tek biçimli toplum öngörüldü. Bu güçle egemen olan siyasal iktidar temsilcileri toplumun birlik ve beraberliğinin, toplumsal dayanışmanın temsilcisi olarak yüceltildi. Bu korkular dünyasına uygun siyasi ve ahlaki kimlik ve kişilik oluşturulması için siyasi kutsallıklar ve ritüeller yaratıldı. Ortak korkulara karşı toplumsal birlik ve beraberlik miti, dağılma, bölünme ve yok olma korkusu yaratarak güven ve güvenlik kaynağı olarak sunulan devlete ve devletin güvenlik güçlerine sığınma ihtiyacına süreklilik sağlandı. Korku ile inşa edilmiş Türkiye güvenlik devleti korku aracığıyla her şeyi değiştirdi, her şeyi kendine benzetti, her şeyi kendine tutsak etti. Toplum da birbirine güven duymayan korku adacıklarına bölündü. Özellikle bir askeri darbenin sonucu olan mevcut anayasamız kendi zamanının ruhu ve korku siyasetinin ürünü olarak inşa edildi. Bu güvenlik anayasasının tüm özellikleri siyasal sistemin ruhuna ve yarattığı bürokratik vesayet kültürüne sirayet etti. Bu yüzden mevcut anayasa aslında genişletilmiş bir “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi” işlevi gördü. Bu belge, zamanında toplumu kaos ve anarşiden kurtarıp “güvenlik” tesis etmenin bedeli olarak toplumdan istenen bazı fedakarlıklar üzerine yazıldı: vatandaşların varlıklarını devletlerine, hayatlarını ölümlerine, özgürlüklerini güvenliklerine, akıllarını korkularına, ahlaklarını çıkarlarına, bireyselliklerini kolektivitelerine, haklarını görevlerine kurban etmeleri gerektiği.

Yeni anayasa yeni devlet

Bir güvenlik devleti olarak Türkiye tecrübesi, güvenlik devletinin doğurduğu sosyal sermayeye yabancılaşma ve uyumsuzluk/bütünleşememe krizleri ile birey-toplum-devlet arasındaki karşılıklı ilişkilerin “güven” ilkesine dayanması gerekliliğini yok ederek yerine devlet kaynaklı korku ilişkileri ve güvensiz toplumsal ve siyasal yapılar ortaya çıkarttı. Türkiye’de güvenlik devletinin bu “kendiliğinden sosyalleşme ve bütünleşme” sürecine yaptığı askeri müdahaleler ve sonrasında yapılan anayasalar bu toplumsal uzlaşma ve dayanışıma atmosferini yok ettiği gibi sivil toplum tarafından tesis edilen kendiliğinden toplulukları, organizasyonları ve güven teamüllerini ve birikimlerini de zayıflattı. Askeri darbelerin gölgesi altında yapılan anayasalar, toplumsal dinamiklerin farklılıkları uzlaşı ile çözebildiği bu tarihsel, kültürel, ahlaki uzlaşma geleneğini/sosyal sermayeyi bozarak tüm güven ilişkilerini devlet müdahaleleri ile devletin tekelinde, devlet merkezli ve devlet kaynaklı bir hale dönüştürdü. Anayasaların ruhuna sinmiş olan devletin bizzat bir toplumsal ahlaklaştırma ve bütünleştirme kurumu olarak işlev görmesi sonucunda bireyler kültürel ve ahlaki bağlılıklar yerine her an çözülebilecek resmi ilişkilere/resmi ahlaka/resmi ideolojiye göre “sermaye” edinmeye çalıştılar. Türk anayasa yapım süreçlerinde topluma ve toplumsal değerlere/sosyal sermaye olan devlet kaynaklı güvensizlik (iç düşman anlayışı), halkın demokratik tercihlerine, halkın siyasal katılımına, sosyal hareketliliğine, kültürel farklılığına, dinsel tercihlerine, ekonomik beklentilerine yönelik müdahalelere de kaynaklık etti. Devletin toplumuna yönelik “iç düşman” tasavvuru altında güvenlik ve korku siyaseti uygulaması da bir nevi sosyal sermayeye yönelik “savaş” sürecini temsil etti. Doğal olarak da anayasaların ruhuna hakim olan dil sosyal sermayeye güvenin dili değil savaş söylemi ve korku siyasetinin ürettiği güvenlik dili olmuştur.

Bir güvenlik devleti olarak kurulan Türkiye, olağanüstü güvenlik sorunlarının yaşandığı zamanlarda anayasalarını yapmıştır. Doğal olarak da tüm anayasalar “güvenlik anayasası”dır. Hele hele bir askeri otorite tarafından inşa edilen mevcut anayasa buna en güzel örnektir. Mevcut anayasa, özü ve ruhu itibariyle hala belirli bir ideolojik düşünce ekseninde örgütlenen, toplumu bir bütün olarak kontrol edip düzenleyen ve baskı ve ideolojik araçlarla siyasal iktidarını resmi ideolojisinin çıkarına bireylerin zararına inşa eden siyasal sistem üzerinde yaşamaya devam etmektedir. Bu yüzden Türkiye, mevcut anayasa var oldukça; demokrasiyi sadece seçim olgusuna indirgeyerek evrensel demokratik değerler olan siyasal iktidarın denetimi, keyfiliğin önlenmesi, siyasal katılımın özgür sivil toplumsal kurumlar aracılığıyla örgütlenmesi, farklı ideolojik, etnik, dini, mezhebi vb. farklı yaklaşımların kendini ifade özgürlüğü, insanların özgürce siyasal iktidarı eleştirmesi ilkelerinin göz ardı edildiği ve tek bir ideolojik hegemonya içerisinde siyasal yaşamın düzenlendiği bir güvenlik devleti modelini sürdürecektir. Bu güvenlik anayasasının ruhuna sinen şey, toplumsal birlik ve beraberliği tehdit eden iç ve dış düşmanları tahdit edip kontrol altına almak, hatta gerekirse yok etmektir. Mevcut anayasa tüm değişiklik iddialarına rağmen bu amaçları meşrulaştıran araç olarak kullanılmaya devam etmektedir. Mevcut anayasanın amacı; modern ulus devletin doğasında var olan otoriter devlet sistemini, ulusal kimlik inşasında kullanılan milliyetçilik ideolojisini, milli birlik ve beraberlik amacına hasredilmiş siyasal ve toplumsal bütünleşmenin kamusal felsefi miti olan cumhuriyeti ve onun siyasal ve toplumsal kuşatma araçları olarak kullanılan ideolojik ve bürokratik vesayet düzenini korumak ve kollamaktır. Bu anayasanın koruma ve kollama görevinin temel gerekçesi yukarıdaki güvenlik devleti ilkelerini tehdit eden korku unsurlarıdır. Anayasanın ruhuna sinen bu korku unsurları ise; işgal ve bölünme tehdidi olarak kaos korkusu, sosyal sermaye ve gericilik tehdidi olarak irtica korkusu, karşı devrim ve muhalefet tehdidi olarak siyaset korkusu, demokrasi ve plüralizm tehdidi olarak da özgürlük korkusudur. Bu bağlamda Türkiye için, Leviathan’ı koruma ve kollama misyonu için bir elinde tuttuğu asa anayasayı, diğer elinde tuttuğu kılıç ise orduyu sembolize etmektedir. Diğer güvenlik anayasalarımız gibi mevcut anayasanın da amacı aynıdır: güvenlik uğruna güveni yok etmek; görevler için özgürlükleri kısıtlamak; müphemlikler içinde muhkemlikleri eritmek; korku siyaseti için güven teamüllerini yıkmak; siyaset korkusu içinde güven siyasetini boğmak; toplum mühendisliği için toplumsal gelişmeyi planlamak.

Sonuç olarak, Hayek’in ifadesiyle; “önemli olan gelişmeyi planlamak değil gelişmeyi kolaylaştıran şartları yaratmaktır. Tek gelişme yolu da bireyin kendi özgürlüğünü sadece kendisinin planlamasıdır. Diğer tüm planlayıcı politikalar bireyin köleliğini geliştirir”. Bu yüzden yapılması gereken sadece yeni bir anayasa değil onun garanti altına aldığı “kendiliğinden düzene ve sosyal sermayeye” dayalı ve bağlı yeni bir devlettir: Güven Devleti.

 

Star, 03.07.2012

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et