Bir piyasada, müşterilerini herhangi bir sebepten ötürü rakip firmalara kaptıran firmaların para kazanmaya devam edebilmesi için tüketiciyi kendilerine çekecek yeni bir neden yaratmaları gerekir. Bunu söylediğimde bir kişinin, ideolojinin veya bir siyasi otoritenin dayattığı bir kuraldan bahsetmiyorum. Doğal bir kuraldan bahsediyorum. Birisi işini sizden daha iyi yapıyorsa tüketici doğal olarak daha başarılı olanı tercih eder, siz de öyle yaparsınız. Çünkü sınırlı kaynaklarınızı en verimli şekilde değerlendirmek istersiniz. Tabiatınız bunu gerektirir. Tabiatınızı belirleyen de Allah olduğuna göre bu aslında Allah’ın tercihi ya da teknik adıyla bir kevni ayettir.
Lakin adına devlet dediğimiz, ara sıra iyi işler yapan ama çoğunlukla da milletin malını mülkünü gasp eden organize çetenin bizdeki gibi hayli güçlü ve piyasaya müdahil olduğu ülkelerde piyasa aktörlerinin bu kuralı yasal(!) yoldan ihlal etme şansı vardır.
Nasıl mı?
Haksız rekabet şeklinde uyduruk bir kavrama dayanarak müşterisine sizden daha başarılı hizmet veren firmayı şikâyet edersiniz. Haksız rekabet kavramı, başkalarına kıyasla çok başarılı olmanın “haksız” olduğu varsayımına dayanan tembel ve kıskanç bir zihniyetin ürünüdür. Bu zihniyet az çalışıp çok kazanmak ister ama bunun gereğini yapmak istemez. Tüketiciler kendi iradesiyle rakip firmayı tercih ettiğinde hakkı gasp edilmiş mağdur rolüne bürünerek tüketicinin -gerekirse zorla- kendisinden alışveriş yapmasını sağlamaya çalışır.
Dolayısıyla başarılı firmayı bir şekilde sektörden dışlamak gerekecektir. Fakat bu özünde haksız bir iştir. Çünkü mülkiyet hakkı ve çalışma özgürlüğü gibi temel insan hak ve özgürlükleri ihlal edilmek istenmektedir. Bu yüzden bunu açıktan açığa yapmak zordur. Geniş halk kitlelerinin bunun doğru ve gerekli olduğuna inandırılması gerekir. Bunun için genelde şu gerekçeler kullanılır:
- Büyük şirketler küçük firmaları eziyor. Küçük firmalar iş yapamıyor.
- (Eğer düşman firma yabancı menşeli ise) Yerel ekonomi darbe alıyor.
- Şirket tekelleşmeye gidiyor. Müşteriyi kendisine köle yapacak.
Böylelikle halk kitleleri bir şirketin işini çok iyi yaparak piyasaya hâkim olması halinde tekelleşeceğine, fiyatları kontrol etmeye başlayacağına ve kamu aleyhine çalışacağına inandırılır. Hele de bu yabancı menşeli bir şirketse sanki memleket işgal altındaymış gibi bir hava yaratılır, başarısız yerli üreticilerin çıkarlarını korumak için halkın milliyetçi damarı harekete geçirilir. Gereken siyasi retoriğin de (dış mihraklar, sömürgeci şirketler, vahşi kapitalizm, vs.) desteğiyle çoğunluk bu oyuna gelir ve kaliteli hizmet veren yabancı firma piyasadan kovulur. Ne yazık ki insanların anlamakta çok zorlandığı şey bu durumun tamamen tüketicinin aleyhine olduğu, tüketiciyi daha kalitesiz mal ve hizmetlerle baş başa bıraktığı, söz konusu sektörde gelişmeye engel olduğu ve ülke ekonomisini olumsuz yönde etkilediği gerçeğidir.
- Şirketler birbirini ezmez, rekabet ederler ve bu iyi bir şeydir.
Rekabet Allah’ın en büyük nimetlerinden biridir. Rekabet sayesinde hepimiz kaliteli mal ve hizmetleri ucuz fiyata elde etme imkânına kavuşuruz. Satın almak istediğimiz şeyleri üretenler birbirleriyle rekabet etmiyorlarsa sistem tüketicinin aleyhimize işler. Örneğin altyapı hizmetleri firmalara devlet ihalesiyle devredildiği için tekelcidir. Elektrik, su, doğalgaz fiyatlarını tüketici değil, üretici kontrol eder. Size pahalı geldiğinde başka bir firma ile çalışamazsınız. Ulaşım hizmetleri ve sosyal sigorta gibi hizmetler de genelde devlet tekelindedir. Kanun yoluyla tekelleştirilmiş her sektörde tüketicinin tercih şansı yoktur ve kendisine sunulan hizmete razı olmak zorundadır. Oysa serbest rekabetin hâkim olduğu bir piyasada üreticiler tüketiciye daha ucuza daha kaliteli hizmet sunabilmek için her türlü taklayı atarlar. Tüketici istediğini tercih eder. Dolayısıyla serbest rekabet tüketiciye hizmet eder. Tüketicinin beğenmediği üreticiyi ise ya işini daha iyi yapmaya ya da bu işi bırakmaya zorlar.
- Yabancı menşeli bir şirket her şeyden önce bir şirkettir.
Şirketler kâr amacı güderler ve hayatta kalabilmek için belli kâr marjlarını tutturmak zorundadırlar. Her şirket dönem sonunda sermayedarlarına söz verdiği kârları dağıtmak ve işçilerine söz verdiği maaşları ödemek zorundadır. Serbest bir piyasada bunun da tek yolu müşterilere ucuz ve kaliteli bir hizmet sunmaya devam etmektir. Bir şirketin işini çok iyi yaparak sektörün altın payını elde etmesi otomatik olarak tüketicinin aleyhine bir durum doğurmaz. Çünkü insanlar aptal ve çaresiz değildir.
Tüketiciler söz konusu şirketle iş tutmayı bırakabilirler. Alternatif mal ve hizmetlere yönelebilir veya söz konusu ürünü tüketmekten tamamen vazgeçebilirler. Ayrıca bir sektörde ortalama kar marjının yükselmesi başka girişimci ve yatırımcılara bu sektöre girme çağrısı yapar. Bir ülkenin toplam sermaye birikimi herhangi bir şirketin sermayesinden daha fazladır. Dolayısıyla bu sektöre yönelen sermaye yepyeni girişimlerle kısa bir sürede tekrar pazar payına ortak olur ve rekabeti canlandırır.
Bu bazılarının zannettiği gibi boş bir varsayım değildir. Bunu gözlemlemek çok kolaydır. Dünyanın herhangi bir yerinde 50 sene öncesinin en başarılı firmaları içerisinden kaç tanesi bugün hala hayattadır? Tarihsel veriler size gösterecektir ki bir firmanın (kanunlarla korunmadığı takdirde) uzun süre piyasada kalması çok ama çok zordur. Her zaman yeni rakipler çok daha güçlü gelmektedir. Dolayısıyla hiçbir şirket tek başına fiyatları kontrol edemez. Bilakis fiyatlar tüketicilerin tercihleri tarafından kontrol edilir.
Geçtiğimiz hafta Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB), dünya çapında hizmet veren online seyahat acentası, booking.com sitesinin faaliyetlerini -haksız rekabet yarattığı gerekçesiyle- engelleme kararı aldı.
Booking.com çok popüler bir online seyahat acentası. Alanında oldukça iyi bir hizmet sunuyor. İnsanlar booking.com sayesinde klasik seyahat acentalarını tercih etmemeye başladı. Şüphesiz bu durum, işini booking.com kadar iyi yapamayan eski usul seyahat acentalarının hoşuna gitmiyordu. Onlar da rekabet kurumuna başvurarak tatile gidecek müşterilerin zor kullanılarak kendilerinden alışveriş yapmasının sağlanmasını talep ettiler. Onlar bunu daha farklı ve süslü kelimelerle ifade ettiler ancak ben size gerçekte ne olduğunu anlatıyorum.
Benzer bir olay daha önceleri yine alanında gayet başarılı bir hizmet sunan PayPal firmasına yapılmıştı. Online para transferi sektöründeki yerli ama tembel ve kıskanç üreticileri korumak, sektöre girmeye hazırlananlara da alan açmak için PayPal’ın Türkiye vatandaşlarına sunduğu kaliteli hizmet yasaklanmış, para transferi yapmak isteyenler yerli firmalarla çalışmaya zorlanmıştı.
Yakın bir zamanda İstanbul Su Ürünleri ve Hayvansal Mamuller İhracatçıları Birliği de çıkarlarını temsil ettiği yerli balıkçılar adına Norveç somonunun ithalatına daha çok vergi bindirilmesini talep etti. Yani Norveç somonu yemek isteyen tüketicilerden (onlar biz oluyoruz) sırf somon daha az satılsın ve talep yerli balığa (yani kendilerine) kaysın diye daha çok para alınmasını istemiş oldu.
Ülkemizde bu ve benzeri durumların gırla örneği bulunmaktadır. Hemen hepsi yerli üreticiyi korumaya yönelik olan bu uygulamaların tamamı tüketiciye daha yüksek fiyatlar, daha kalitesiz mal ve hizmetler şeklinde yansımaktadır. Yani yerli üreticileri tüketiciye zarar verme pahasına kayıran uygulamalardır.
Bazıları yerli üreticilerin hali pür melalini gördüğünde bu duruma karşı sempati ve merhamet besleyebilir. Fakat şu unutulmamalıdır ki herhangi bir sektördeki tüketici sayısı üretici sayısından daima fazladır. Dolayısıyla eğer devlet kurumları kamu yararı için çalışacaksa her sektörde öncelikle tüketicinin çıkarlarını desteklemeleri gerekir. Tüketici çıkarlarına hizmet etmenin en iyi yolu ise piyasada serbest rekabete izin vermektir. Hiç kimseye yasa gücünü kullanarak hile yapma şansı vermemektir. Yasa gücünü kullanarak kimi üreticileri dışlar, kimilerini de kayırırsanız haksız rekabeti ortadan kaldırmaz, bizzat yaratmış olursunuz.
Bir sonraki yazımda bunun neden İslam’a da aykırı olduğunu anlatacağım.