Yağmurlu bir Şubat akşamı Üsküdar’ın siluetine takılıyor gözüm. Puslu bir havada, birbirinin omzunun üstünden bakan donuk camlarıyla sessiz bir ev yığını karşımdaki. Biliyorum, orada binlerce insan, binlerce hayat ve binlerce meşgale var. Ama baktığım yerden hiçbiri görünmüyor.
1997 Şubatındaki muhtırayı da bu semt muhtemelen aynı derin sessizlikle karşılamıştı. Oysa, “laiklik kurtuldu” diye sevinenlerin görmediği devasa bir keder vardı o gün o evlerde. Çünkü TV’lerde, tank ve asker görüntüleri eşliğinde, asap bozucu bir ses tonuyla okunan “28 Şubat Kararları”nı dinleyen yoksullar, başlarına geleceği sezmişlerdi.
28 Şubat’ta Fadimeler, Müslümler ve Aczimendilerle hazırlanan ahlaksız piyes sahnelendi, irtica bahanesiyle “çevre”nin seçtiği hükümet yıkıldı, ülke yağmalandı, halk yoksullaştı.
Elebaşılığını, ordunun içinde yuvalanan Batı Çalışma Grubu adlı yasa dışı örgütün yaptığı “post-modern darbe”, bu ülkede gelmiş geçmiş en büyük soygun ve çapul hareketi olarak tarihte yerini aldı. Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül’deki gibi, üretmeden el koymaya alışmış eşekarıları yine başroldeydi.
Laikliği kurtarmanın yenilen halk için elbet bir maliyeti ve kazanan zümre için de ganimeti olacaktı. Kazananlar holdinglere “danışman” oldu, “gerici” sermayeyi haraca bağladı, bankaların içini boşalttı ve Türkiye’nin en iğrenç medya grubu var ya, hani bütün linç ve müdahalelerin onun eliyle yapıldığı, işte onlar ihya edildi, en kifayetsiz bürokratlar laiklik jokeriyle yukarılara çıktı.
Ve kaybedenler… Hiç dönmeyecek krediler akıtan bankaların zararını halk ödedi. “1999 ve 2001 Krizleri”nin anlamı buydu. Milyonlarca gencin geleceği çalındı. İmam Hatiplerle beraber bütün bir meslek liselerinin önü kesildi, “işçisin sen işçi kal” dendi. Başörtülü genç kızlar içinse yaşananlar tam bir felaketti. Bütün kapılar yüzlerine kapandı, “mütedeyyin” patronlar bile onlara iş vermedi, okullarından, işlerinden edildiler, istemedikleri evlilikler yapmak zorunda kalanlar, boğaz tokluğuna çalıştırılanlar ve sağlığını kaybedenler oldu. Akademisyen kıyımı oldu. Sorgusuz sualsiz atılan, kamuda istihdamı önlenen, açlığa mahkum edilen, işsiz kalan ve intihar eden YAŞ’zedeler oldu.
Üsküdar’ın mütevazı evlerinde bütün bu acılar yaşanırken, bazılarının hiç haberi olmadı. O evlerde ne büyük trajedilerin yaşandığını hiç bilmediler, bilmek istemediler.
Bilmek istemeyenler, bugün halkın dinamik kesimlerinin darbecilere karşı nasıl canhıraş bir mücadele verdiğini de anlayamıyorlar. Oysa hayatın basit bir kuralı işliyor; insanlar, çocuklarından çalınan geleceğin onların çocuklarından çalınmaması için uğraşıyorlar. Hayatlarını riske edip bugün o derin canavarla uğraşanların yaptığı bu. “Gide de gelmeye o kara günler” diye.
Dileyelim bu sefer başarsınlar.
Kudret Bülbül’den yararlanılabilir mi?
Kamu Güvenliği Müsteşar Yardımcısı Doç. Dr. Kudret Bülbül’ün “Balyoz”da “yararlanılacaklar arasında” adı geçiyormuş. Eğer gerçekten böyle bir belge varsa, onu hazırlayanlar sadece darbeci veya cani değil, aynı zamanda budala olmalılar. Çünkü Kudret’ten yararlanacaklarını sanmışlar.
Ben Kudret’i 20 yıldır tanırım. İnatçıdır, bazen insanı bayar, bürokrasiye geçtiğinden beridir muhabbeti sıkıcıdır…
Ama dürüsttür, demokrattır.
Daha önce Milliyet de “fethullahçı” olduğunu ima etmişti.
Galiba birilerinin, bürokraside rakiplerinin önünü kesmek için yapmayacağı şey yok.
01.03.2011, Star
.