Erbakan’ın misyonu

Türkiye, siyasette kalıcı izler bırakmış bir dava adamını kaybetti.
Yarın Erbakan Hoca’yı minnetle öbür dünyaya uğurlayacağız. Başta Fazilet camiası olmak üzere bütün sevenlerinin başı sağ olsun.
Hemen söylemeliyiz ki, Erbakan herhangi bir siyasetçi değil, bir misyon adamıydı. Bugün bu misyonun esas olarak tamamlanmış ve dolayısıyla Erbakan’ın da siyaseten miadını doldurmuş olması, onun yerine getirdiği görevin tarihi önemini hiçbir şekilde azaltmıyor.
Neydi bu misyon; Erbakan Türk siyasetinde neyin öncüsüydü?
Erbakan, 70’li yılların başında politikaya atıldığı andan itibaren, Türkiye’de İslami duyarlılığa sahip olan, rejimin yaptığı laiklik tanımından şikâyetçi olan, İslami yaşam tarzının toplumsal hayatta görünmez hale getirilmesine ve siyasette “gayrimeşru” görülmesine itirazı olan kitlelerin temsilciliğini yaptı. Bu kitlelerin talep ve hatta isyanlarını vesayetçi rejimin bütün engellemelerine rağmen siyaset alanına taşımaya, parlamentoda temsilini sağlamaya çalıştı. Bu yüzden de yarım asırlık siyaset hayatı uzun ve zorlu bir engelli koşu oldu. Partisinin defalarca kapatılmasına, uğradığı sayısız soruşturmaya, bitmek tükenmek bilmeyen davalara, çarptırıldığı hapis cezalarına, siyaset yasaklarına rağmen bu misyonundan vazgeçmedi. Ve doğrusunu isterseniz, partisini koalisyon ortağı haline getirerek, kendisi bakan ve hatta başbakan koltuğuna oturarak, o geniş dindar-muhafazakâr kitlede “bu düzen içinde çarenin tükenmediği” inancını canlı tutmayı başardı. Dindarların da siyaset yapmaya hakkı olduğunu, dindar bir partinin de bu düzende meşru bir biçimde yer alabileceğini ispatlamak için tam elli yılını verdi.
Kim bilir belki de onun 70’li yıllardan bu yana parlamenter sistem içinde kalmak için sürdürdüğü bu inatçı mücadele, açık tuttuğu bu “umut kapısı” olmasaydı, Türkiye’de radikal İslam çok daha güçlü olabilir, bugün yaşadığımız vesayetçi rejimle hesaplaşma süreci çok daha sert yaşanabilir ve sonuç da çok daha farklı olabilirdi.
Benim kanımca, Erbakan (ya da Milli Görüş Hareketi) bu misyonu 28 Şubat sürecine kadar taşıdı. 28 Şubat süreci ertesinde Fazilet Partisi içinde ortaya çıkan “yeni oluşum”la birlikte, artık misyonun bayrağını AK Parti hareketi alacak ve bugünlere kadar getirecekti.
Diyebiliriz ki, Milli Görüş 1970’lerin dışa kapalı Türkiye’sine ait bir siyasi fenomense, AK Parti de aynı misyonun globalleşme çağındaki yeni formudur.
Globalleşme süreci, 1980’lerdeki dışa açılmayla birlikte güçlenen Anadolu sermayesini, dünya kapitalizmi ile entegre olmadan bir adım bile atmanın mümkün olmadığını kendi pratiğiyle anlama noktasına getirdi. Açlık ve yoksulluk içinde kıvranmayı kader saymayan hiçbir toplum, etrafına kalın duvarlar örüp kendi yağı ile kavrulma hayalleri kuramazdı. Zenginlik, refah ve mutluluğun yolu, dünya ekonomisiyle bütünleşmekten geçiyordu. Bu bütünleşme de sadece ekonomide değil, her alanda özgürlükçü bir bakış gerektiriyordu. İşte 30 yıllık devletçi, korumacı, ithal ikameci, faizi haram sayan Milli Görüş Hareketi içinden serbest piyasa ekonomisine ve özgürlüklere sahip çıkan bir siyasi akımın doğması, bu bilinç sayesinde oldu.

28.02.2011, Star

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et