Gezi dersleri ve sonuçları

Bu yazı Zaman Gazetesi’nde yayınlanmıştır.

Geçtiğimiz hafta sonundan beridir Taksim’de ve onunla bağlantılı olarak başka bazı yerlerde yaşanan olaylar Türkiye siyasetinin niteliklerinin ve problemlerinin keşfedilmesi ve incelenmesi için adeta bir laboratuvar teşkil etti.

Bu imkândan usulüne uygun şekilde yararlananlar çok kazançlı çıktı. Böyle yapamayanlar ise öfkenin, nefretin, tek boyutlu bakışın, olgularla duyguları karıştırmanın kurbanı oldu.

DEMOKRATİK SİYASETİN TARZI VE SINIRLARI

Liberal (temsilî) demokrasiler bir kurallar ve kurumlar manzumesidir. Bu çerçevede, periyodik, âdil, yarışmacı seçimler demokratik siyasetin zirvesi, en geniş platformu olarak tecelli eder. Demokrasilerde iktidarlar seçimle işbaşına gelir ve seçimle görevden uzaklaştırılır. Seçimle iktidar değişikliği öylesine önemlidir ki, Huntington gibi siyaset bilimciler, peş peşe iki defa seçimle iktidarın değiştiği ülkeleri demokrasiler kategorisine dâhil eder. Şüphesiz, seçimler siyasî meşruiyetin en önemli aracıdır. Hiçbir dernek, vakıf, sendika, oda, baro vs. partiler çapında bir siyasî meşruiyete sahip olamaz. Bununla beraber, demokratik siyaset sadece seçimle ve siyasî partilerle sınırlanamaz. Çeşitli çap ve seviyelerde mütemadiyen devam eder. Siyasî partiler dışındaki beşerî birlikler de siyasete değişik yollarla müdahil olmaya çalışır.

Liberal demokrasinin temel ilkelerinden biri, kişilerin kendilerini etkileyecek kararların alınmasına katılma hakkına sahip olmasıdır. Bu, millî seviyede olduğu kadar mahallî seviyede de geçerlidir. Yani, mahal sakinleri kendi yaşama alanlarını ilgilendiren kararları bizzat oluşturabilmeli veya kararların oluşturulma süreçlerinde yer alabilmelidir. Bu kararlar, yerine göre, evlerin renklerinden parkların yerlerine, binaların kat sayısından yolların güzergâhına kadar uzanabilir. Demokrasinin bu ilkesi açısından bakıldığında, Gezi’de İstanbul Belediyesi ve hükümet tarafından yapılmak istenenleri yapmaya çalışma tarzında bir yanlışlık var. Parkta yapılmak istenen şeye bazı insanlar itiraz ediyor. Bunlar seslerini duyurmak için platform da oluşturmuşlar. Belediyelerin (ve hükümetin) onları dinlemesinden, taleplerini öğrenmesinden, tartışma masasına yatırmasından, uygun olanları kabul etmesinden, olmayanların niçin uygun olmadığını açıklamasından daha normal ne olabilir? Ne yazık ki, bu yapılmıyor. Gerçi demokratik temsil kabiliyeti olan bir organ (Belediye Meclisi) bir karar vermiş ama, karara ciddî ve ısrarlı bir itirazın yükselmesi kararın yeniden gözden geçirilmesini ve demokratik meşruiyet tabanının genişletilmesini gerektiriyor. Bu ihtiyacı görmek ve gereğini yapmak çok mu zor? Otobüslerin rengini, vapurların şeklini şehrin sakinlerine soran bir belediye, Gezi’de ne olması gerektiği hakkında niçin mahalle sakinlerine sormuyor? Meselâ, niçin Beyoğlu’nda bir referandum yapmıyor?

Bu soru bizi demokratik siyasetteki merkezîleşme eğilimini teşhis etmeye götürüyor. Ne yazık ki, Türkiye adem-i merkezileşmenin sadece lâfını ediyor. Siyasî ve idarî yapı tersi istikamette ilerliyor. Sanki bütün kararlar Ankara’da ve yalnızca tek kişi tarafından alınıyor. Bu, ister istemez, “iktidar otoriteryenleşiyor mu?” sorusunu gündeme getiriyor. Burada önemli olan fiilen öyle olup olmasından ziyade böyle bir algının doğmasıdır. Ayrıca, algının bir kısmının kara propaganda ürünü olabileceğini varsaysak bile, bir kısmının da insanların olaylardan ve olgulardan etkilenmesinin sonucu olabileceğini kabul etmek gerçekçi olmanın gereğidir. Bunlara bir de Gezi Parkı’nda barışçıl bir eylem yapan insanlara sabaha karşı düşman mevzilerine saldırır gibi baskın yapmaya benzer bir polis baskını, lüzumsuz gaz ve tazyikli su kullanımı eklenince otoriteryenlik manzarası pekişiyor.

Bence iktidar bu algıyı hafife almamalı. Hiçbir parti halkın ebedî, vazgeçilmez vekâletine sahip değildir. Birçok parti en güçlü olduğunu sandığı zamanlarda ardındaki halk desteğinin güneş karşısındaki buz gibi eridiğini gördü. Başka bir deyişle, her partinin, teorik olarak, bir seçimlik canı vardır. Demokratik siyasete uygun davranmazsanız, uygun bir lisan kullanmazsanız, tabanınızdaki erimeyi kısmen önleseniz veya yavaşlatsanız bile, karşıtlarınızın birleşmesine engel olamazsınız ve size duyulan antipati veya nefret kendinize en çok güvendiğiniz bir anda iktidarın elinizin altından kayıp girmesine sebep olabilir. Nitekim, haziran başlarında bunun işaretleri görüldü. Taraf gazetesi Sözcü gazetesi gibi çıktı. Akıllı iktidar herhalde rakiplerini bölünmüş hâlde tutması gerektiğini bilendir.

ASKERÎ DÜZEN İSTEYENDEN DEMOKRAT OLUR MU?

Gezi Parkı olaylarından sadece iktidar için ders çıkmadı, muhaliflerin alması gereken dersler de doğdu. CHP medyası ve gitgide ona yaklaşan Taraf “Halk kazandı” manşetleri çekti. Öyle mi? Kim bu halk? Sadece sokaklara çıkıp eylem yapanlardan mı müteşekkil yoksa evinde işinde kalıp olayları medyadan takip edenler de halka dâhil mi? Bu ikincilerin çoğu parkla ilgili plana ya kayıtsız kalıyor veya destek veriyor olmalı. Bu durumda halk adına kim nasıl karar alacak? Sessiz çoğunluğun dediği mi olacak yoksa eylemci azınlığın dediği mi? En azından Beyoğlu’nda bir referandum yapılmasına CHP medyası var mı? Belediyenin planı böyle bir referandumdan onay alırsa bu onlara göre planın meşruiyeti için yeterli olacak mı? Yetmeyecekse sokaklarda eylem koyanların itirazının meşruiyeti nereden kaynaklanıyor?

Protesto gösterilerinde değişik meşreplerden insanlar vardı. Ankara ve İstanbul’da bazı liberal gençlerin de katıldığını biliyorum. Protestolarda kimileri “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye bağırdı. Zikirlerini dinlemekle kalmayıp fikirleri de incelendiğinde bunların askerî bir düzende bizzat yaşamayı istemekle yetinmeyip başkalarını da –meselâ beni de- askerî düzene mahkûm etmek istedikleri anlaşılıyor. Bu kafadakiler demokrat olabilir mi? Askerî düzen isteyenlerin, AKP’nin demokratik ilkeleri zorladığı söylenebilecek icraatlarına karşı çıkmaları onları demokrat kılar mı? Demokrat olup olmadıklarını anlamak için neye taraftar olduklarına da bakmak lâzım gelmez mi? Tek parti dönemi diktatörlüğüne toz kondurmayanlar, AKP’ye karşı hangi pozisyonu alırlarsa alsınlar beni demokrat olduklarına inandıramazlar. Tek parti döneminin tek adam uygulamasına itirazı olmayanlar Erdoğan’ı tek adamlıkla suçlayarak beni tek adamlığa karşı olduklarına ikna edemezler. Onlarla aynı safta yer almamı sağlayamazlar. Bu vesileyle şu önemli gerçeğin altını çizmek isterim: Liberal demokratlar AKP’ye hem genel olarak hem tekil icraatlar bazında eleştiriler yöneltmelidir elbette, ama bunu Kemalizm adına ve menfaatine değil, liberal ilkeler ve demokratik kurumlar adına ve hesabına yapmaları gerekir. Aksi takdirde, kaçınılmaz şekilde, liberallikleri de demokratlıkları da uçar gider.

 

Milyonlarca kişi olayları uzaktan takip etti ve kendine göre sonuçlar çıkardı. Bunların çoğu protestocuların hareketlerine sempati duymadı ve hatta onları hükümetten daha çok dayatmacı gördü. Bu algılamalar yaklaşmakta olan seçimlerin sonuçlarına herhalde yansıyacaktır. Bu çerçevede bir yakınımdan bahsetmek manidar olabilir. Ben gazeteci değilsem de, eş görüşü yansıtmayı sadece Ertuğrul Özkök’e bırakmak istemem. Ertuğrul Özkök’ün eşi Tansu Hanım’ın Gezi olaylarından sonra CHP’ye oy verme azmi bilenmiş olmalı. Benim eşim Safiye Hanım ise geçen cumaya kadar AKP’ye oy vermeyi düşünmüyordu, ama yaşadığımız mahallede Kemalistlerin günlerce estirdiği terör havasından sonra kararlı bir AKP seçmeni oldu. Liberal üstatlar boşuna söylememiş: Davranışlarımızın niyetlenmemiş sonuçları vardır…

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et