Gerçekten Şiddetten Başka Çare Yok muydu?

Çatışma ortamı başladığında KCK üst düzey yöneticilerinin yaptıkları her açıklamada ve kaleme aldıkları her değerlendirmede öne çıkan temel noktalar şöyle özetlenebilir: Bu savaşın kendilerinin tercihi olmadığı ve Erdoğan’ın başkanlık stratejisinin bir parçası olduğu, AKP’ye oy vermeyen Kürd seçmenin cezalandırıldığı, görüşmeleri askıya alan hükümetin siyaset ve diyalog yolunu kapattığı, şiddetten başka bir seçenek kalmadığı/olmadığı…

KCK tarafından yoğun olarak işlenen yukarıdaki başlıca noktalara onlara yakın/ait medya organlarının ve köşe yazarlarının uyum sağlaması zor olmadı. İlk başta durumu anlayamayan veya sanırım 6-7 Ekim olaylarında olduğu gibi devletin hemen İmralı üzerinden çatışmasızlık sürecini yeniden sağlayacağını düşünen HDP’liler de KCK ve PKK’nin “baskı”larına daha fazla direnemedi. Eleştirel yaklaşan ve büyük bir lince uğrayan birkaç ismin dışında HDP’nin ve yakın sivil toplum kuruluşlarının aynı veya benzer açıklamalar ile uyum sağlama süreci çok gecikmedi. Sosyal medyada zaten anlama-dinleme gereği duymadan birçok gerçek ve sahte hesap savaştan başka çarenin kalmadığı, eskiden köylerin şimdi kentlerin yakıldığı, 90’lardan daha geri bir dönem yaşandığı gibi KCK-PKK’nin hemen her açıklamasına sahip çıkan bir kitle hazırdı.

Peki, gerçekten iddia edildiği gibi şiddetten başka bir çare yok muydu? Yoksa şiddete olan bir güven mi vardı?

KCK Konseyi’nden Mustafa Karasu’nun HDP’den birkaç kişinin yaptığı eleştiriye “Gerilim ve mücadele demokratikleşmenin kanunudur” başlıklı Özgür Gündem’deki yazısından da çok açık anlaşılmakta ki şiddete başvuru başka çarenin olmadığından değil; şiddete olan güvenden kaynaklanmaktadır. Onun değişimi sağlayacağından ve şiddetin sivil kurumların teminatı olduğuna olan inançtan kaynaklanıyor. Yani zorunluluk değil; bir tercih söz konusudur.

Devletin inkâr politikasından vaz geçip aynı zamanda pratik olarak Kürdler ile ilgili birçok adım attığı, bunun ötesinde Türkiye kamuoyunda Kürdler ile ilgili ciddi bir algı değişikliği yaptığı ve bu noktadan geri dönüşün olamayacağı, iktidarın ve ana muhalefetin siyasete vurgu yaptığı, mecliste üçüncü büyük parti olunduğu, onlarca sivil toplum ve belediyelerin elde tutulduğu, bölgesel ve uluslararası dengelerin Kürdlerin lehine olduğu bir durum sözkonusu. Bir siyasî partinin seçimle tek başına iktidara geldiği, o partinin inkâr politikasını aştığı ve tek başına devam edebilmesi için Kürdler ile “iyi” geçinmek ve onları da ikna etmek zorunda olduğu ortadadır. İktidardaki aynı partinin yerel yönetimler, kamu reformu ve yeni bir anayasa düşüncesinde diğerlerine göre daha özgürlükçü olduğu bir yerde şiddetten başka bir çarenin olmadığı ve 90’lardan daha geri bir noktada olduğumuz iddiası doğru değildir.

Sadece yönetimine sahip olunan belediyeler üzerinden dahi, maddi manevi birçok sakatlıkları gerisinde bırakan, daha fazla ölüm dışında bir miras bırakamayacak olan, üstelik her alanda en fazla Kürdlerin zarar gördüğü hendeklerin, barikatların ve silahlı çatışmaların gerekçesi olarak gösterilen birçok alanda ilerlemeler kaydedilebilirdi. Yani insanlar ölmeden de anadilde eğitim hakkı alınabilir, yerel yönetimler daha özerk bir hale getirilebilir nihayetinde uzun vadede bile olsa devletin haklar noktasında normalleşmesi sağlanabilirdi. Örneğin belediyeler karar süreçlerinde halkın dahil olacağı şeffaf, katılımcı bir alternatif yapılanmaya gidebilirdi. Temelde işleyişlerinde ve kültürel faaliyetlerinde genelde ise her alanda Kürtçeyi öne çıkartabilirdi…

Ne olacaktı?

Devlet en fazla belediye başkanını görevden alacak daha ötesi tutuklayacaktı. Bütün belediye başkanlarını, encümenlerini ve meclis üyelerini bu nedenlerle görevden almanın tutuklamanın seçimle gelen bir iktidar açısından sürdürülebilirliği var mıydı? Hendeklere, barikatlara verilen desteklerden, bombacıların taziyelerinde yapılan gösterilerden ve konuşmalardan dolayı yapılan tutuklama ve görevden almalardan daha fazla mı sürdürülebilirliği olacaktı? Ulusal ve uluslararası kamuoyuna ne diyecekti? Şu anda olduğundan daha fazla mı haklı görülecekti? Avrupa’da Başbakana “operasyonlar ne zaman bitecek?” diye soran HDP’li vekil yukarıda bahsi geçen ihtimalde Başbakana hesap sorsa haksız ya da utanacak bir durumda mı olacaktı? İktidar Kürtçeyi zaten kendisi bazı alanlarda kabul etmişken bunu daha fazla alana yaymak isteyenleri nasıl engelleyecekti?

İçinde bulunduğumuz durumda şiddetin dışında birden çok yol ve yöntem bulunuyor. Yukarıdaki örnekler uzatılabilir ve artırılabilir. Üstelik şiddetin kendisi özelde Kürd haklarında genelde diğer “sorunlu” alanlarda bir ilerlemeye değil; ilerlemenin durmasına sebep oluyor. Sivil yol ve yöntemler elbette toptan bir ilerleme sağlamayabilir; ama sağlaması da gerekmiyor.  Ancak her hâlükârda şiddetten daha iyi bir yoldur ve şiddetin dışında Kürdlerin yararına olacak birden çok alternatif içermektedir.

Umud ederim ki KCK-PKK yenildiği/kaybettiği bu şiddetle ki zaruret değildi; tercihiyle yüzleşir ve hükümetin nasıl bir söylem içinde olduğuna bakmadan ahlâkî ve dönemin gerekliliği olarak elindeki diğer muazzam sivil imkân ve yöntemleri kullanır. Kürd gençlerini dağlara- hendeklere-barikatlara değil; DTK, DBP ya da HDP’de siyaset yapmaya davet eder.

Bu Yazıyı Paylaşın

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et