Özal’la başlayan meslek sahibi olmayı üniversiteye öteleme sürecini maalesef her yere üniversite (?) açarak içinden çıkılmaz bir hale getirdik. Yaşanan son kriz de gösteriyor ki en büyük işsizlik oranı güya yüksek eğitimli (!) olan nüfus arasında. Gençler mezun oldukları alanlarda iş bulamıyor. Bunun iki yönü var, ya aldıkları eğitimin piyasada karşılığı yok ya da aldıkları eğitim ve sahip oldukları beceriler yetersiz.
Bu nedenle de gençlerimizin çoğunluğunun amacı kendilerini geliştirmek ve özel sektörde bir yere gelmektense daha çok devlet memuru olabilmek…
***
Önümüzde iki yol var.
Birinci yol, orta son ya da lise 1. sınıfın pek çok anlamda baraj sınıfı olması ve temel derslerden ülke çapında yapılacak değerlendirme sınavlarından yeterlilik alan-alamayan öğrencilerin bu değerlere göre yönlendirilmeleri yapılmalı. Biz sınav hakkı vermeyi sevdiğimiz için bu süreci iki yıla da çıkarabiliriz. Bu iki yılsonunda da belli bir seviyeyi elde edemeyen öğrencilerin devlet okullarında alabilecekleri eğitim seviyesi belli olmalı ve bundan da taviz verilmemeli.
Temel matematik bilgilerine sahip olmayan öğrencilere ileri matematik konularını dayatmanın bir anlamı olmadığı gibi doğru düzgün cümle kuramayan ve yazılı olarak kendisini ifade edemeyen öğrenciye de edebiyat dersinde bilgi boca edilmemeli. Aynı şeyler diğer dersler için de geçerli. Okuduğu metni anlamayan öğrenciden tarih dersinde analiz yapabilmesini istiyoruz.
Amacımız öğrencilere belirli bir düzeyde temel yeterlilik kazandırabilmek olmalı.
***
İkinci adım haftalık görülen ders sayısını ve müfredattaki aşırı yükleri azaltmak olmalı zaten Sayın Ziya Selçuk da bu konuda bir mesaj verdi. Eminim işi bilenler böyle bir durumda binlerce öğretmen norm fazlası durumuna düşebilir diye itiraz edecektir, ancak bu planlama doğru yapılırsa böyle bir şey olmaz.
Yapılacak şey aslında basit. Kim ne derse desin öğrenciler de insanlar da daha çok ders içinde değil ders aralarında ve dışında birbirleri ve öğretmenleri ile etkileşimleri sırasında daha etkili bir öğrenme süreci yaşıyor. Bu nedenle bir öğretmenin zorunlu ders yükü 21 saat ise bu 21 saatin bir kısmı sınıf içinde bir kısmı ise birebir-gruplar halinde öğrencilerle serbest saatler içinde olmalı ve okullarda buna göre yeniden düzenlenmelidir.
Öğrenci okul zamanının bir bölümünü sınıf ortamında, bir bölümünü öğretmenleri ile bir bölümünü de kütüphane, spor salonu, vd. etkinlik alanlarında aktif biçimde geçirmelidir.
***
Üniversiteler için de madem biz bu meslek edinme işini bu kadar öteledik gençlere de gerçek hayatı erkenden göstermemiz lazım. Türkiye’nin alanında çok iyi olan birkaç üniversitesini ayırarak geri kalan tüm fakülteleri (lisans programlarını kastediyorum) 2 yıllık ön lisans bölümlerine çevrilmeli ve iki yılın sonunda yapılacak yeterlilik sınavlarını geçen öğrenciler lisansa devam etmelidir. Her üniversite bu havuzdan öğrenci alabileceği gibi ayrı ayrı kendi yeterlilik sınavlarını da yapabilir. Burada başarılı öğrencilere de alan değişikliği hakkı verilmeli.
Örneğin iki yıl tarih okuyan başarılı bir öğrenci hukuk eğitimi için istenen yeterlilik sınavına girebilmeli ve başarılı olduğu takdirde hukuk okuyabilmeli. Bu tür geçişlerin yanında öğrenciler çift ana dalda eğitim almaları için teşvik edilmeli. Nitekim bugün pek çok üniversitede çift ana dal uygulaması var. Ve yine sertifika düzeyinde farklı alanlardan dersler alınabilmeli…
Gelecekte bireylerden birden fazla alanda yeterlilik isteneceği için bizim bu tür esneklikleri gençlere erkenden sunmamız gerekiyor.
Gençlerin de artık şunu kavramaları şart; üniversite diploması gelecekte tek başına büyük bir anlam ifade etmeyecek, daha çok hangi donanımlara sahp oldukları önemli olacak. Geleceğinizi planlarken de hedef diploma değil, “Yeteneklerim neler bunları nasıl geliştiririm ve ne tür donanımlara sahip olmak istiyorum?” olmalı.
5 Aralık 2018, Karar