Cumhuriyet Gazetesi GYY Can Dündar ve Ankara temsilcisi Erdem Gül savcının talebi üzerine 7. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tutuklandı. Yeni Yüzyıl’ın haberine göre sanıklara isnat edilen suçlar şunlar:
1) “Silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek ve isteyerek yarım etmek.”
2) “Devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasî ve askerî casusluk maksadıyla temin etmek.”
3) “Devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklamak.”
Bu olay her şeyden önce devletlerin güvenlik arzu ve endişelerinin basın özgürlüğü açısından problemler yaratma istidadını gösteriyor. Benzer tutuklama ve yargılamalar vuku bulduğunda basın özgürlüğünün çiğnenip çiğnenmediği hemen tartışmaya açılıyor. Bir taraf yapılanın basın özgürlüğüne girmediğini diğer taraf girdiğini ileri sürüyor.
Bu tür vakalar sadece Türkiye gibi istikrarsız demokrasilerde değil daha köklü ve istikrarlı demokrasilerde de karşımıza çıkıyor. En tipik örnek Wikileaks. Bu olayın kahramanı Julian Assange’a İngiltere ve ABD dünyayı dar etti. Bir anlamda onu diri diri mezara gömdü. Gerekçe yine devletin güvenliği ve gizliliğiyle ilgili.
Bununla beraber, ne Wikileaks olayında ne de ülkemizdeki bu vakada tablo devletçi felsefe açısından bakanların gördükleri kadar net. Yukardaki üç suçlamanın hepsi muğlak. İlki açısından, Gülen cemaati içine gömülü Otonom Yapılanma’ya terör örgütü denip denemeyeceği tartışmalı. Dava konusu edilen haberi bir terör örgütüne yardım olarak yorumlamak sanki zorlama. Dünyanın her yerinde bu tür vakaları takip etmeye ve haberleştirmeye hevesli gazeteciler çıkar. Basın bunun için vardır. Bunun ne maksatla yapıldığı ikinci planda kalır.
İkinci suçlamadaki casusluk hele siyasî casusluk iddiası çok tartışmalı. Casusluk benim bildiğim kadarıyla gizli bilgilerin alınması ve yine gizlice bir üçüncü tarafa servis edilmesi anlamına gelir. Burada bu söz konusu değil. Bilgiler, belli ki, Otonom Yapılanma tarafından gazetecilere ulaştırılmış ve onlar da bunu bir üçünü tarafa vermemiş, yayınla alenî hâle getirmiş. Yani ortada bir casusluk olduğu çok tartışmalı. Ayrıca, casusluk genellikle askeri konularla ilgilidir, siyasî casusluk ne anlama gelir, izaha muhtaç.
Üçüncü suçlama da ikinciye paralel ve doğal olarak zayıf. Burada icraatı değil sanki maksadı yargılama eğilimi göze çarpıyor. Maksatları yargılamaya kalkarsak hakların çoğulu olan hukuk berhava olur. Ülkede hak hukuk güvenliği kalmaz.
Bir diğer mesele, tutuklama kararı. Tutuklamanın istisna tutuksuz yargılamanın kural olması gerektiğini özellikle Balyoz ve Ergenekon davalarında öğrenmiştik. Bu tutuklamalar ı gerektiren ne? Böylesine tartışmalı bir meselede tutuklama yoluna başvurmak yerine tutuksuz yargılama daha yerinde olmaz mı? Böylece tutuklamanın cezalandırmaya dönüşmesi ihtimâli ortadan kaldırılmış olmaz mı?
Son olarak, bütün bu analizleri hukuk ve demokrasi adına yaptığımı, beni hareket geçirenin adı geçen gazeteye ve gazetecilere duyduğum sempati filan olmadığını belirtmek isterim. Gazetecilerin bu vakaya sebebiyet vermelerinin temelinde basın özgürlüğüne sadakat ve toplumu haberdar etme arzusunun yattığını sanmıyorum. Yaptıkları münhasıran Erdoğan’a zarar verme arzusunun sonucu. Bunun Türkiye’ye zarar verip vermeyeceği, devletin gizliliğini değil ama insanların hayatlarını tehlikeye atıp atmayacağı umurlarında değil. Yeter ki Erdoğan zarar görsün. Ama benimki gibi kanaatler yargılamayı gerektirmez sadece ahlâkî ve vicdanî olarak kınamayı gerektirir. Uzun vadede yanlışlara karşı en güçlü müeyyide de budur. Adı geçen gazetecilerin zayıf temellerde suçlanması ve özellikle tutuklanması birçok kişi açısından bu ahlâkî ve vicdanî kınamayı zorlaştıracaktır.
Yeni Yüzyıl, 28.11.2015