Oda TV baskını ve ardından gelen tutuklamalar üzerine ben de bir şeyler söyleyeceğim. Ama önce bir “teorik çerçeve” çizmem lazım.
Ergenekon’dan başlayalım. “Özgün ismi” bu mudur, değil midir, bilemem; ama “AK Parti iktidarını devirmek” amaçlı böyle bir oluşumun varlığından hiç kuşkum yok. Son 7-8 yılda yaşadığımız olaylar ve karşılaştığımız söylemler, perde arkasını hiç bilmesek de, bir “darbe arayışı”nın varlığını bağırıyor.
Bu darbe arayışının ardında da öncelikle bir ideoloji var: Benim tabirimle “Ortodoks Kemalizm”. Yani, “Atatürk ilke ve inkılaplarını” (onların da “selefi” bir yorumunu), “milli irade”den, demokrasiden ve temel hak ve özgürlüklerden daha yüksekte tutan bir “düşünce sistemi”.
Böyle düşünen insanların geçtiğimiz yıllar içinde AK Parti’ye karşı bir tür (modern, post-modern veya “yargısal”) darbe istemiş olmaları ise hiç sürpriz değil. Asıl istemeseler sürpriz olurdu. Çoğu, “tüm darbelerin anası”nı, yani 27 Mayıs’ı açık açık savunuyor zaten. AK Parti’ye karşı da ordunun “kağıttan kaplan” çıkmış olmasına hayıflanıyorlar; görüyorsunuz.
Söz konusu “darbeci ideoloji”nin medyada çok sayıda temsilcisi olduğu da bir sır değil. “Ben demokrasiyi değil Cumhuriyeti seviyorum” diyenler, “kodumu oturtan bir genelkurmay başkanı” isteyenler, hep bu yolun yolcusu.
Ancak dikkat ederseniz tüm bunlar bir ideolojiye denk geliyor. Ve bu ideolojiyi taşımak, bence entelektüel bir sefalete ve ahlaki bir zaafiyete karşılık gelse de, bir suç değil. (“Proleterya devrimi”ne ve “silahlı propaganda”ya inanan bir Leninist’in, sadece bu yüzden suçlu olmayacağı gibi.)
Ortada bir suç olabilmesi için, “darbeci ideoloji”nin “düşünce” boyutunu aşıp “eylem”e geçmiş olması lazım. Yani birilerinin oturup “darbeyi şöyle hazırlayalım” diye planlar kurması, buna göre bir iş bölümü yapması lazım.
Ergenekon davası ise, mâlum, tam da böyle bir “darbeci örgüt”ü soruşturup yargılıyor. Bu açıdan da hakikaten çok önemli bir dava Türkiye için.
Ancak soruşturma “dalgalar” halinde yayılırken, “darbeci ideoloji”ye sahip olup da “darbeci örgüt”e dahil olmayan insanlara da dokunmuş olabilir.
Ve tam da burası, hem Ergenekon savcılarının hem de fazlasıyla kamusallaşan bu dava hakkında kalem oynatanların hassasiyet göstermesi gereken bir “gri alan”.
Bu alanda soruşturmaya yol açan “makul şüphe”leri görmek, ama “masumiyet karinesi”ni elden bırakmamak lazım.
Bu açıdan, ben Oda TV ekibinin Ergenekon soruşturmasına niçin dahil olduğunu anlıyor, ama kendilerini peşinen “Ergenekoncu” ilan etmekten geri duruyorum.
Çünkü bence Soner Yalçın ve kafadarları, “darbeci ideoloji”ye fazlasıyla sahipler. Dahası, bazı meslektaşların hatırlattığı gibi, oldukça çirkin, karalayıcı, tahkir edici bir dil kullanıyorlar
Fakat söz konusu çirkin dil, tekzip ve hakaret davalarının konusudur. “Örgüt bağlantısı”nın da “falancayla konuşmuş olmak”tan daha güçlü kanıtları olması gerekir.
O kanıtların var olup olmadığını mahkeme süreci içinde sanırım göreceğiz. Oda TV’cilerin bilgisayarından çıktığı söylenen bazı dokümanlar, şimdiden bir fikir de vermiş durumda.
Beni burada rahatsız eden tek nokta, Ergenekon davasında genişçe kullanılan “tutuklu yargılama” usulü. Evet, bu bir “Türk yargı geleneği”, ama bu geleneği genelde olduğu gibi bu dava özelinde de eleştirmek lazım.
Bu da sadece ilkesel değil aynı zamanda pragmatik bir gereklilik. Çünkü Ergenekon davasının önündeki bir tehlike “suçluların yırtması” ise, bir diğeri de “suçsuzların yatması”.
Bu ikincisinin davayı bir “cadı avı gibi algılatma riski var. Hem içerde, hem de dışarda…
Star, 21.02.2011