Türkiye’nin “eksen kayması”na uğradığını söylüyorlar. Türkiye’de de bazı politikacılar ve gazeteciler bu “itham”ı hükümet aleyhine bir koz olarak kullanmaya çalışıyorlar.
Türkiye’ye yöneltilen bu “eksen kayması” ithamının arkasında başlıca üç görüş var. Daha genel olanından başlarsak, bu, esas olarak “modern Türkiye” hakkında Batı dünyasına hakim olan bir algıdan kaynaklanmaktadır. Bu algı aynı zamanda Türkiye’nin resmi söyleminin ve eğitim müfredatının da özünü oluşturmaktadır. Bu algıyı kabaca şöyle özetleyebiliriz:
“Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde Atatürk’ün önderliğindeki modernist seçkinler, devrimci bir atılım yaparak, İslami esaslara dayanan geleneksel bir imparatorluğun kalıntıları üstünde yüzü Batıya dönük modern Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdular. Modernleşme karşıtı tutucu çevrelerin direncine rağmen Cumhuriyetçi seçkinler Atatürk reformlarının sağladığı elverişli zemin üzerinde zamanla çok-partili bir rejime geçme başarısını da gösterdiler. Ancak, ‘eski rejim’ taraftarlarının direnci hiçbir zaman kaybolmadı; aksine, bu kesimin temsilcileri özellikle son yıllarda demokrasinin imkânlarını da kullanarak Cumhuriyeti tehdit potansiyeli taşıyan büyük bir güç haline geldiler.”
Bu basit, ama basit olduğu ölçüde de yanlış olan “oryantalist” bakışın oluşması sadece Türkiye’nin dış dünyaya dönük resmi söyleminin bir başarısı değildir; bunda -Bernard Lewis gibi- kimi Batılı Türkiye uzmanlarının yayınlarının da hatırı sayılır bir katkısı vardır. Dahası, yakın zamanlara kadar, başta İngilizce olmak üzere Batılı dillerde yayın yapan Türk akademisyenleri de genellikle bu paradigmayı veri alan analizleriyle sözünü ettiğim algının pekişmesine hizmet ettiler. Son zamanlarda, tipik örneğini Erik-Jan Zürcher’in oluşturduğu yeni Türkiye uzmanlarının ve bazı Türk akademisyenlerin bu paradigmayı sarsan yayınlarının artmasına rağmen, Batı dünyasındaki bu algı halâ çok fazla değişmiş değildir.
Şimdi, Türkiye’yi esasta böyle gören birçok Batılı, İslâmi siyaset geleneğinden gelen muhafazakâr bir partinin iktidarda olmasını, dahası onun İslâm dünyasına açılmasını -onların algısıyla, “yüzünü Araplara dönmesi”ni- Türkiye’nin “Batıcı-modernist” doğrultusundan bir sapma olarak görüyor ve tabiatıyla “kaygıyla” izliyorlar. Hükümetin demokratikleşme adımları ve AB’ye tam üyelik çabaları da onları ikna etmiyor; aksine bunların bir kısmı, bu adımları AKP’nin “demokrasiyi kullanarak İslâmi bir rejime geçme girişimi” olarak görüyor. Türkiye’nin ana akım medyası da elhak bu algıyı kuvvetlendiriyor.
Bununla beraber, Türkiye algısı böyle olan çevrelere “eksen kayması” fikri makul gelse de, bu düşüncenin asıl kaynağı başka yerdedir. Kaynaklardan biri, “Müslüman Türkiye”nin Batı dünyasına ait olmadığını, onun Batılı değerlere uzak bir “başka dünya”ya ait olduğunu düşünen “Avrupa-merkezciler”dir. Bunlar, sözde eksen kaymasını kendilerinin Türkiye hakkındaki teşhislerinin bir kanıtı olarak görüyorlar.
Fakat “eksen kayması” fikrinin asıl kaynağı, kanaatimce, meşhur “neo-conlar”, nam-ı diger “emperyal Amerika milliyetçileri”dir. Bunları tanımlayan başlıca iki özellik de, Amerika’nın dünyaya nizam vermek üzere “seçilmiş” bir halk olduğu düşüncesi ve İsrail sempatisidir. Bunlar Türkiye’ye biçtikleri bir yandan “nizam-ı alemci” Amerika’nın ileri karakolu olma, öbür yandan da saldırgan İsrail’in “sadık” dostu olma rolünün demokratikleşen bir Türkiye’de taban bulamayacağının gayet farkında oldukları için, Türkiye’deki demokrasi-karşıtı cepheyle birlikte hareket ediyorlar. Biliyorlar ki, bu politikaları onlara ancak otokratik bir Türkiye garanti edebilir.
Bunların Ergenekon sempatisinin de “eksen kayması” ithamının da asıl nedeni budur.
Star, 12.12.2009