Demokratik Toplum Kongresi’nin önerdiği “özerklik modeli” tartışılabilir ama kabul edilmesi mümkün değildir. Kabul edilmesinin mümkün olmaması, önerinin Demokratik Toplum Kongresi’nden gelmiş olması yüzünden değil, uygulanabilirlik ihtimalinin bulunmaması, akılcı ve ülkemizin, dünyanın tarihsel-kültürel, sosyopsikolojik gerçeklikleriyle uyumlu olmaması nedeniyledir.
“Özerklik modeli” her şeyden önce izlediği yöntem nedeniyle, Kürt sorununu ülkenin diğer temel sorunlarından kopuk biçimde ele alması nedeniyle hatalıdır. Ülkemizin üç temel sorunu olan din, dil ve yoksulluk, birbirinden ayrı ele alınamayacak kadar bağlantı içindedir. Her üç sorun da Türk modernleşmesinin başlangıçta yaptığı çıkış hatasından, vasilerin tanım sınırları içinde kalan yukarıdan aşağıya bir ulus inşası hayalinden kaynaklanmaktadır ve çözümleri için de bütüncül bir perspektif gereklidir.
Cumhuriyet ve demokrasi tarihimiz, vasiler denetimiyle ulus, hele hele özgür, demokratik bir toplum yaratılamayacağını defalarca ispatlamıştır. Özellikle 12 Eylül 2010 referandumunun ardından millet, vesayetçi sistemin kökten kaldırılmasını ve ülkemizde ileri bir demokrasi kurulmasını istemiş, Kemalist dönemin sona erdiğini haykırmıştır. Ama “demokratik özerklik projesi” tüm bu gelişmelere rağmen, “Kemalizm’i aşabilmek için beni de yoldan kenara çekmeniz gerekir” dercesine karşımıza çıkmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik ve özgürlükçü bir restorasyonunun mümkün ve gündemde olduğu günlerde, pozitivist, aydınlatmacı, ulus inşacı eski kafa şimdi “özerklik modeli” kılığında sahne almıştır.
Çözüm modeli olarak sunulan demokratik özerklik projesinde yüz yıl önceki kuruluş felsefesinin devletçi mantığı aynen korunmaktadır. Devletçi mantıktan başkasını bilmeyen proje sahipleri, Kürt sorununu bir Kürt ulus devletinin yokluğuna bağlamaktadır. Böyle bir düşünce ile yola çıkıp bir Kürt ulus devletinin henüz mümkün olmadığını görünce çare, devletimsi modellerde aranmaktadır. Demokratik özerklik modeli, “devlet kuramıyoruz bari devletimsi bir öneride bulunalım.” arzusunun tezahürüdür. 19. yüzyıldan kalma “her etnisiteye bir devlet” mantığıyla bugünün sorunlarına çözüm üretmeye kalkarsanız, devlete benzer bir yapı kuruyoruz diye bireyi ve toplumu, yeni vasilerin sofrasına katık yaparsınız. “Demokratik özerklik modeli”, böyle bir sonuç üretmeye taliptir; değişecek olan sadece vasilerdir, sistem aynı kalacak, “merkezi oligarşi” yerine “siyasi adalar oligarşisi” ortaya çıkacaktır. Vasiler direksiyonda kaldığı sürece, bu yolculuğun totaliter ve otoriter duraklarda sonlanması kesindir. Kaldı ki totaliter ve otoriter işleyiş, kendisini Kürtlerin temsilcisi ve Kürt sorununun çözümünün yegane adresi olarak gören bu zihniyetin yabancısı değil, temel karakteristiğidir.
Bireyi ve toplumu merkeze alan bir bakışla baktığınızda, etnik sorunların çözümü için etnik temelli siyasal projelerin yetersiz hatta zararlı olduğunu hemen görürsünüz. 20. yüzyılın başında bu acıyı Türkiye’nin tüm diğer etnik topluluklarıyla birlikte yaşayan Kürtler 21. yüzyılda bu acıları tekrar yaşamak zorundalar mı? Türkler ve Kürtler bin yıllık beraberliklerinin neticesinde bugün hep birlikte yaşadıkları sorunların çözümü için el ele verecek dirayetten yoksun mudur? Devletçi bir bakışla bakarsanız, bu tür sorular aklınıza bile gelmez; Kürt sorununu Kemalizm’in mantığıyla çözmekten başka yolunuz yok sanırsınız.
Önerilen “devletimsi” modelde ilk dikkat çeken husus, siyasi, idari ve mali yerelleşmenin birbirine karıştırılması ve siyasi yerelleşmenin öne çıkartılmasıdır. Siyasi yerelleşme öne çıkınca da zaten modernleşme sorunlarıyla boğuşmayı sürdüren ve segmenter bir toplumsal yapının söz konusu olduğu ülkemizde sorunların çözümü imkânsız hale gelmekte ve en nihayetinde gerilim ve çatışmaları artmış, kaotik bir toplum görüntüsü ortaya çıkmaktadır. Çözüm diye sunulan hayal perdesinin arkasındaki kaos, sorunlar teker teker alındığında daha iyi görülecektir. Bu nedenle demokratik özerklik projesi sunucuları, soyut modeller üstüne ahkam kesmekten ziyade somut sorunların çözümünü, örneğin bugün de canımızı çok yakan sağlık sorununu nasıl ele aldıklarını konuşmaya zorlanmalıdır.
Demokratik özerklik modelinde siyasal yerelleşmenin öne çıkarılması, federal sistemlerden esinlenildiği izlenimi verse de dikkatli bakıldığında birey ve toplum yerine tüzelkişiliklere özerklik istendiği anlaşılmaktadır. Tüzelkişiliklere özerklik ve imtiyaz tanınması, Orta Çağ Avrupa’sının geç feodalite alışkanlığıdır. Birey ve toplum, özgürlüğünü tüzelkişilikler aracılığıyla kullanırsa, bir süre sonra onun içinde eriyip gitmesi kaçınılmazdır. Siyasetin asıl öznesi olan birey ile devlet arasına aracı olarak özerk tüzelkişiliklerin yerleştirilmesi, siyaseti yerelleştirmek adına siyasal katılımı zorlaştıracak, hatta imkânsız hale getirecektir. Ulus devletin tekçi, dayatmacı ve kapsayıcı niteliği bir alt birime daha devredilmiş olmaktan öte bir şey yapılmış olmayacaktır. Böylelikle modernleşme ve demokrasi çabamızın hem hedefi hem kazanımı olan “siyasetin öznesi birey” gerçeğinden geri düşülecektir.
Modern demokrasilerde siyaset birey merkezli olarak inşa edilmekte ve siyasal haklar bireylere tanınmakta, bireyin dışındaki devletin egemenlik alanı ve yetki sahası da sivil toplum lehine daraltılmaktadır. Demokratik özerklik modelinde ise hayatın her alanı siyasetin konusu edilmiş ve tüm alanlarda tüzelkişilikler yetkili kılınmıştır. Bir devletimsi modelin içinde muhayyel bir Kürt ulusu inşası için Kürt birey, varlığını Kürt ulusunun varlığına armağan etmiştir (!) Gide gide gelinen yer budur.
Demokratik özerklik modeli, siyasal yerelleşmeyi etnik temelde tanımlamasıyla teknik açıdan çözümü imkânsız yeni sorunlara yol açmaktadır. Batıda federalizme kadar giden siyasal yerelleşmelerin tamamına yakını bölgesel temelli oldukları gibi etnik temelli siyasal yerelleşmelerde ise etnisiteler arası geçişkenlik düşüktür. Yani etnik temelli siyasal yerelleşmelerde her etnik unsur, belirli bölgelerde yoğunlaşmış ve etnisiteler birbirlerine bu kadar karışmış değillerdir. Önerilen model hayata geçirildiğinde Urfa, Mardin, Adıyaman, Malatya vb. birçok Doğu ve Güneydoğu ilinde Kürtlerin dışındaki etnisiteler, diğer coğrafi alanlarda ise bu kez Kürtler azınlık durumuna düşeceklerdir. Bu durumda Kürtlerin yarıdan çok daha fazlası fiilen siyasal özerklikten yararlanmak bir yana zararlı çıkacaktır; eşit ve özgür yurttaşlık ideali torpillenecektir. Hiçbir yerde çoğunluğa erişemeyen Lazlar, Çerkezler, Boşnaklar, Arnavutlar ve gayrimüslimler (Ermeni, Rum, Süryani, Yezidi ve Yahudiler) ya da Aleviler ise demokratik özerklik projesinde kendilerine boşuna yer aramaktadırlar.
Bir diğer teknik sorun da gelişmişlik farkının bu kadar derin olduğu bir ülkede siyasal özerkliğin aslında az gelişmiş bölgelerin fiilen yokluğa ve azgelişmişlik tuzağına mahkûm bırakılması anlamına gelmesinden kaynaklanmaktadır. Siyasal özerklik, kaçınılmaz olarak mali özerkliği de zorlayacaktır. Bu model, yoksul bölgelerin varlıklı bölge gelirleri ile finansmanını hesaba katmamakta ya da bunun sonsuza kadar mümkün olabileceği safdilliğiyle hareket etmektedir. Türkiye’de halen vergi gelirlerinin % 80’inin Doğu ve Güneydoğu dışındaki bölgelerde tahsil edildiği ve bu bölgelerin GSYH’ye katkısının % 10 civarında olduğu dikkate alındığında; siyasal özerkliğin tetikleyeceği mali özerklik, Kürtlerin yoksulluğa ve sefalete mahkûm edilmesine yol açacaktır.
Yerelleşme elbette doğru dürüst ele alındığında ülkemizin sorunlarının çözümünde oldukça işlevsel olabilir. “Ademi merkeziyet” olarak nitelenen idari ve mali yerelleşme, başta OECD üyesi ülkelerde olmak üzere tüm dünyada kamu yönetimi reform çalışmalarının odak noktasıdır. Kamu hizmeti planlama, örgütleme, finansman ve tedarik ile sunumunun özerk yerel yönetimlere devri; hem hesapverebilirliği hem de saydamlığı artırarak katılımcı demokrasinin derinleşmesine yardımcı olmaktadır. Fakat bu amaçların hasıl olabilmesi için her ülkenin ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel ve tarihsel yapısıyla uyumlu modellerin geliştirilmesi ve mümkün olan en yüksek uzlaşma ile bu modellerin uygulamaya geçirilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde yukarıdan aşağıya, ithal yerelleşme modellerinin yerel totaliterliklere ve yolsuzluklara yol açmasının önüne geçilemez.
Bu anlamda eğitimden sağlığa, bayındırlıktan kültür ve turizme, yerel tüm kamu hizmetlerinin özerk yerel yönetim birimlerine bırakılması ve merkezin politika ve standart belirleme, finansman ve denetim ile sınırlandırılması modern bir devlet ve demokratik bir sistem için kaçınılmazdır ama bu “demokratik özeklik modeli”ndeki gibi yapılmaz. Kaldı ki, siyasal partiler sistemi ile seçim sisteminin katılımcı demokratik bir yapıya kavuşturulmadığı bir ortamda; idari yerelleşme katılımcılığın yok olmasına ve yerel güç odaklarının türemesine yol açacaktır. Türkiye’de yerel yönetimler reformuna mutlak anlamda ihtiyaç vardır ama bu asla mevcut siyasi partiler rejimi ve seçim sisteminin içindeyken yapılmamalıdır. Bu sistemde yapılacak bir yerelleşme, demokrasinin derinleşmesine, bireysel özgürlüklerin genişlemesine ve en genel anlamda insan ve toplumun güçlenmesine yardımcı olamaz. Nitekim 2004 ve 2005 yıllarında yapılan çok ciddi yasal değişiklikler ile yerelleşme düzeyi artırıldığı halde mali özerklik derecesinde artış sağlanamamış, vatandaş odaklı yönetim, katılımcı hizmet sunumu, etkin ve saydam bir yönetsel model oluşmamıştır.
Kürt sorunu, salt bir idari ve siyasi sorun olmadığı için yerelleşme gibi idari etkinliklerle ve diğer bağlamlarından kopartılarak etnik temelli arayışlarla çözüme kavuşturulamaz. Birçok sorun gibi Kürt sorununun da çözümü için cari siyasal sistemin ciddi bir reform sürecine tabi tutulması gerekmektedir. Kürt sorununa ilişkin çözüm önerisi, hür ve eşit yurttaşlığın, devletten ve tüzelkişiliklerden ziyade toplumu öne çıkaran bir bakışın hayata geçirilmesine ve ademi merkeziyetçiliğe dayalıysa gerçekçi olabilir.
Anadille ilgi yasaklamalar, anlaşılır olmadığı gibi insan haklarına aykırıdır. Resmi temel eğitimde bile “seçmeli ders” olarak resmi dilin dışındaki dillere yer verilebilir. “Demokratik özerklik projesi”ne alternatif birçok politika mümkündür. Örneğin “İl Meclisleri” ve “Yerel Yönetimler Bakanlığı” etrafında kurgulanmış, idari ve mali özerkliğe dayalı bir ademi merkeziyet politikası çok daha akla uygundur. Yeni bir anayasal ve hukuki reform süreciyle birlikte bütün illerimizde il genel meclisleri ve belediye meclisleri birleştirilerek ‘il meclisleri’ haline getirilebilir. Güvenlik, savunma ve adalet konularının dışındaki karar alma süreçlerinde, demokratik bir işleyişle çalışan il meclisleri yetki sahibi kılınabilir. Bütün bu uygulamaların yerindelik incelemesi, yeni ihdas edilecek “Yerel Yönetimler Bakanlığı” yapabilir.
Tüm bunlar enine boyuna düşünüldüğünde ülkemizin Kemalizm’in aşıldığı yeni dönemde Kürt sorununun da çözümünü hedefleyen yepyeni özgürlükçü bir anayasa yaparak hukuki reformlara girişmesi en acil görev olarak önümüzde durmaktadır.
Erol Göka-Selim Bağlı
Zaman, 05.01.2011