Bir ülkede yargı organı mensuplarının kendilerini nasıl değerlendirdikleri o ülkedeki yargı sisteminin doğasını anlamaya yardımcı olur. Farklı anlayışlara sahip yargıçlar tüm hukuk sistemlerinde bulunur. Bu anlayışlara tam olarak ideoloji diyemesek de geniş anlamda dünya görüşlerini ve bakış açılarını yansıtır. Özellikle yüksek mahkemelerde görev yapan yargıçlar sahip oldukları bu anlayışları kararlarına bir şekilde yansıtırlar. Bu nedenle yargı organlarının yerleşmiş içtihatları önem taşır. Güçlü içtihat yargıçların gündelik yaklaşımlarının etkilerini bertaraf eder.
Ancak bir hukuk sistemi içinde yeni gelişen alanlar ve dava yolları ya da türleri söz konusu olduğunda bir bocalama dönemi elbette yaşanacaktır. Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru yoluyla davaları ele almaya başlaması üç yıllık bir geçmişe sahip. Çok sayıda konu ile Mahkeme ilk defa yüzleşiyor ve Mahkeme üyelerine yol gösterecek örnek kararlar henüz oluşma aşamasında.
Böyle yeni dava yollarının inşa edilmeye çalışıldığı dönemlerde yargıçların meseleye bakışları özellikle önem taşır. Kurumun geleceği bir anlamda görev yapan bu ilk yargıçların performansına bağlıdır. Anayasa Mahkemesi üyeleri bu anlamda çok ciddi bir sorumluluğu da sırtlarında taşımaktadırlar.
Bireysel başvuru, bireylerin hak ve özgürlerinin daha etkili bir şekilde korunması Türkiye’den Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan başvuruların azaltılması amaçlarını güden demokratik hukuk devletinin ülkemizde gelişmesini ve pekişmesini sağlayacak bir araçtır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 2013 yılında verdiği Hasan Uzun Türkiye’ye karşı kararında Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru yolunu tüketilmesi gereken etkili bir başvuru yolu olarak kabul etmiştir.
Anayasa Mahkemesi sahip olduğu sorumluluk gereği önüne gelen davalarda AİHM’in tersi bir kanaate sahip olmayacağı etkililikte hak ve özgürlükleri koruyan kararlar vermek zorundadır. Aksi halde AİHM Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvuruları tüketme zorunluluğunu gözden geçirebilir ve bireysel başvuruların etkili koruma sağlamadığı, sadece vakit kaybı olduğu kanaatine ulaşabilir. Böyle bir durum hem Türkiye’nin hem de Anayasa Mahkemesi’nin prestijini olumsuz etkileyecektir.
Ancak Anayasa Mahkemesi aynı zamanda hukuk devletinin temel ilke ve kurallarını üste tutan bir anlayışı da verdiği kararlara yansıtmalıdır. Bir hukuk devletinin olmazsa olmazlarından biri kuvvetler ayrılığı ilkesinin yaşama geçirilmesidir. Yargının kendi yetki alanında kalması, diğer kuvvetlerin münhasır alanlarına müdahale etmemesi kuvvetler ayrılığı ilkesinin bir sonucudur. Anayasa Mahkemesi aynı zamanda yargı yollarının yetkilerini de göz önünde bulundurmak, diğer yargı yollarının yetkilerini ortadan kaldıracak bir şekilde davranmamak zorundadır.
Tarihsel olarak Mahkemenin kendi sınırlarını aşarak karar verdiği örneklerin bulunması bu yargı yoluna olan güveni sarsmıştır. Son yıllarda Mahkeme’nin bu çizgisini terk etmesi, özellikle de siyasi parti kapatma kararlarıyla zedelenen saygınlığını geri kazanması, bireysel hak ve özgürlükler alanında hukuk devletinin gereklerini gözetmesi olumlu gelişmeler olarak değerlendirilmektedir.
Mahkeme’nin bu çizgide devam etmesi, tüm bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik hukuk devleti yapısını pekiştirecek adımların sürdürülmesi anlamına gelmektedir.
Bu süreç içinde Mahkeme’de görev yapan hâkimlerin en fazla dikkat etmeleri gereken konu temel hukuk devleti ilkelerinden sapmamaktır. Devletin diğer organları ise reaktif olmaktan kaçınmalı, soğukkanlı bir şekilde eleştirilerini ileri sürmelidir. Böylece Anayasa Mahkemesi, parlamento ve yürütme organı arasında olumlu bir diyalog geliştirilebilir.
Yeni Yüzyıl, 08.03.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/diyaloga-dayali-yaklasim-1591