Bu durum bir yandan kurumsal işleyişin hantallaşmasına yol açarken diğer yandan merkezin dışında kalan alanların giderek çoraklaşmasına neden olmuştur. Merkez çevrenin tüm enerjisini emerken siyasal ve kültürel olarak da kendisine benzetmektedir. Cumhuriyetle birlikte hızla artan bu merkezileşme eğilimi güvenliği başlıca mesele gören anlayıştan kaynaklanır.
Çevreyi kendine benzeten merkez
Toplumun tekbiçimli ve yekvücut olmasıyla güvenliğin sağlanabileceği ve böylece istikrarlı bir yönetime kavuşulacağına dair inanç cumhuriyetin idari yapısını belirleyen başlıca faktör olmuştur. Toplumumuzun siyasete ve kültüre dair bütün enerjisinin tek bir merkezde toplanması farklı güç sahalarının etkileşimiyle potansiyelini hızla arttıracak bir dinamizmden mahrum kalmamıza yol açmaktadır. Ayrıca, Tanzimat Fermanı’nın ilanından beri modernleşme adına yapılan uygulamaların sonuçları siyasal ve kültürel merkezileşmeye yol açarken devlet ile toplum arasındaki güç dengesizliğinde araya girebilecek dengeleyici karşı-ağırlıklar kurumsallaşamamıştır. Cemaatinden koparak bireyselleşen özne siyaset alanında devletle karşı karşıya kalmıştır. Kuşkusuz, devletin cemaatler yerine bireyi muhatap alması modernleşme süreçleri için olumlu bir faktördür. Gelgelelim, bireyin devlet gibi devasa bir güç karşısındaki acizliği sadece devletin gücünü dengeleyecek merkez dışında kurumsallaşan siyasal kurumlar vasıtasıyla giderilebilir. Bu problemin çözümünde kullanılabilecek diğer bir önlem bireysel hakların anayasal güvenceye kavuşturulmasıdır. Ergun Özbudun gibi düşünürlerin bu türden çabaları büyük bir saygıyı hak etmektedir. Ancak ülkemizdeki hukuk kurumlarının kökleri çok eskilere dayanan geleneği evrensel hukukun gereklerine uygun bir biçimde devletin ile birey arasındaki güç dengesizliğinde bir karşı-ağırlık işlevi üstlenebilecekleri konusunda şüpheli hareket etmemizi gerektirmektedir. Diğer yandan siyasetin iki kutuplu bir hal alması da merkezileşmenin bir sonucudur. Merkezdeki “ya bu ya da diğeri” ikilemiyle karşı karşıya kalan ve izole olmuş bireylerden teşekkül eden toplumumuz iki kutupta öbeklenmektedir. Siyasetin merkezinde yer alanların bu durumdan fazlasıyla faydalandıkları ve siyasal bekalarını bu kutuplaşmaya paralel olarak inşa ettikleri de göz ardı edilemez. Böylece durum fazlasıyla içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Siyah ve beyazdan ibaret bir hale gelen siyasal alan aradaki farklı tonlara dahi tahammül gösterilmeyen bir hale bürünmüştür. Herkes yekvücut olma konusunda hemfikirdir. Mesele hangi yekvücudun tercih edileceğine dairdir. Hâlbuki merkezileşmenin merkezin el değiştirilebilirliğini arttırdığı unutulmamalıdır. Kürt meselesi gibi problemler de esas itibariyle merkezileşmenin sonucudur. Merkezileşen bir siyasal alanda yer bulamayanların başka bir merkezde bir araya gelmeleri kaçınılmazdır. Bu nedenledir ki aslında Zazalardan ve Araplara kadar geniş bir çeşitliliğe sahip olan Güney Doğu Anadolu coğrafyası son otuz yıllık sürecin sonunda iki siyasal kutuptan ibaret hale gelmiştir. Bölgedeki ‘karşı merkezileşme’ eğilimi Kürtler dışındaki kültürel ve etnik toplulukların geleceğini tehdit etmektedir. Hâlbuki modernleşme merkeze karşı denge vazifesi görecek farklılıkların temsiline alan açacak bir tarzda gerçekleştirilebilseydi şimdi siyasal anlamda içinden çıkılması son derece zor bir hal almış bir problemle karşı karşıya kalınmazdı.
Merkeze karşı “doğulu kimliği” altında bir araya gelinmesinin en önemli sebebi merkezin dışında soluk alacak bir alanın açılmamış olmasıdır. Bu aynı zamanda siyasal merkezin kendine güvensizliğinin de bir göstergesidir. Modernleşmenin merkezileşmeye endekslenmesi tahrip edici siyasal ve kültürel sonuçlara gebedir. Fransa ve Almanya böylesi bir merkezileşmenin siyasal yıkımıyla karşı karşıya kalmış örnekler arasındadır. Merkezin dışında siyasal, kültürel ve iktisadi anlamda etkili denge merkezlerinin kurumsallaşması bir yandan bireyin devlet karşısındaki güvencelerini diğer yandan da toplumsal gelişme dinamiğini arttıracaktır.
Farklı iktisadi-kültürel merkezler
Son on yıllık dönemde ülkemizde yaşananlar gelecek için umut vericidir. Gelgelelim, toplumumuzun geleceği bir grup vefakâr ve iyi niyetli insanın çabalarına terk edilemez. Esas olarak yapılması gereken iktisadi ve kültürel gelişme ile özgürlüğün kurumsal güvencelere kavuşturulmasıdır. Bunun için, özellikle ülkemizde, devletin ve iki kutuplu siyasal alanda öbeklenen geniş kitlelerin devasa gücüne karşı farklı iktisadi ve kültürel merkezlerin anayasal güvenceye sahip olması zaruridir. Bu merkezler bölgesel olmaktan ziyade toplumu oluşturan her türlü cemaate etkinlik alanı yaratacak bir tarzda kurumsallaşmalıdır. Bireyler devletin her alanda belirleyici olduğu bir toplumsal düzende her türlü hakka sahip olsalar da özgür olamazlar. Devletin dışında bireylere siyasal, kültürel ve iktisadi alanlar açacak kurumsallaşmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Böylesi kurumsallaşmalar arasında gerçekleşecek etkileşim toplumumuzun her anlamda daha da güçlenmesine zemin hazırlayacaktır.
Star, 26.03.2012