Devrim Özkan – Liberalizm ve Demokratlık

 

Sosyal sözleşmeci bakış açısı modern siyaset ve politika felsefesinin temel yapı taşıdır. Modernliğin farklı zaman ve mekânlardaki çeşitli uygulamalarında sosyal sözleşmecilik başlıca başvuru kaynağı olmuştur.

1960’lı yıllardan sonra sosyal psikolojideki yeni araştırmalarla yeniden biçimlendirildi. Daha sonra küçük gruplardaki bireylerin davranışlarına odaklanan bu çalışmalar siyaset bilimine uyarlandı. Postmodern yazarların Avrupa düşünce dünyasında etkin hale gelmeleriyle birlikte sosyal sözleşmecilik yeniden kurgulandı. Bir yandan modernliğin tüm özelliklerini barındırırken diğer yandan modernliğin farklı uygulamalarının eleştirisinde kullanıldı. Habermas ise sosyal sözleşmecilikten hareketle modernliği “ideal iletişim ortamları”yla tamama erdirme iddiasında bulundu.

Etyen Mahçupyan, modernliğin oluşum sürecinde temel kaynaklara başvurmadan güncel eleştirilerinden hareketle süreci anlamaya çalıştığından meselenin kökenlerini ve gelişim sürecini algılamaktan uzak görünüyor. Savunduğu demokratlık tarzının esasında modernliğin Hobbescu ve Rousseaucu kökenlerinin çağdaş yorumlanış biçimi olduğunun farkında değil. Hâlbuki modernlik, demokratlık ve liberalizm hakkında çeşitli iddialarda bulurken öncelikle tarihsel süreçlerinin anlaşılması gerekir. Aksi takdirde Oedipus’un trajik bir biçimde keşfettiği gibi, ‘herkesin ve her şeyin bir kökeni olduğu ve nihayetinde kökeni tarafından biçimlendirildiği’ gerçeğiyle karşı karşıya kalırsınız.

Ancak belki de Mahçupyan, savunduğu demokratlık tarzının modernist kökenlerini bilerek görmezden geliyor. Esas itibarıyla modernliğin postmodern eleştirilerinin muhafazakârlar üzerindeki etkisinin farkında olduğundan modern sosyal sözleşmeciliğin sosyal psikolojinin süzgecinden geçmiş tarzını modernlik eleştirisiyle soslayarak okuyucularını cezbetmeye çalışıyor.

Diyalog, sosyal sözleşmeciler için her zaman merkezi bir meseleydi. Hobbes’tan beri temel kaygıları toplumu merkezi bir biçimde yeniden inşa edebilmek için kişileri diyalog süreçlerinde yer almaya ikna etmekti. Bu süreçte siyasal alan hızla genişletilerek devletin egemen olduğu bütün alanı içerecek hale getirildi. Sosyal sözleşmenin sürekli yeniden inşası bir yandan sürecin tüm siyasal alanı kapsayacak bir biçimde yeniden kurgulanmasını sağlarken diğer yandan hızla merkezi bir karakter kazandı. Yine bu süreçte tüm yerellikler her açıdan merkeze bağımlı hale geldi. Böylece devlet egemenliğini birey ve cemaatler aleyhine hızla pekiştirdi.

Savunduğu modelin tarihsel arka planını görmezden gelen Mahçupyan, kendisini iki temel hataya kaptırmaktadır. Öncelikle çatışmaları minimuma indirmek için kurgulanan ve tüm toplumu içeren demokrasi modeli merkezileşmeyi artırarak merkezde çoğunluk elde edemeyen farklı ilgi ve çıkarlara sahip kesimleri uzun süreçte inisiyatifsiz bırakır. İkincisi, savunduğu tarzda bir demokrasi modeli toplum üzerindeki kontrolünü merkezileşmeyle pekiştiren devletin, demokratik karar alma mekanizmalarını kullanarak, kişileri ilgi ve çıkarlarının dışındaki hedeflere yönlendirmesini sağlar. İnsanlar başkaları için merkezin arzuları çerçevesinde kurgulanmış “etik standartlar” çerçevesinde yaşamaya razı edilmeye çalışılırken devletin tercihlerine tabi kılınır.

Dolayısıyla Mahçupyan, modernliğin tam göbeğinde konumlanmaktadır. Zira Mahçupyan, savunduğu demokrasi modelinin siyaset felsefesi bakımından neye tekabül ettiğine, siyasal düşünce tarihi açısından kökenlerinin neler olduğuna ve siyasal açıdan muhtemel sonuçlarının neler olabileceğine dair herhangi bir algıya ve öngörüye sahip değildir.

GERÇEK DEMOKRASİ YEREL DÜZEYDE MÜMKÜN

Küçük gruplarda ve kilise cemaatlerinde verimli bir biçimde işleyebilecek olan ‘karşılıklı iknaya dayalı demokrasi modeli’ nüfusu yüz milyonlara ulaşmış toplumlarda uygulamaya geçirildiğinde her şeyin tek bir kanala akmasına ve farklılıkların silikleşmesine neden olur. Mahçupyan hızını alamadığından zihninde belirsiz bir biçimde kurguladığı ideal modelden tüm kıtaları içerecek bir siyasal alanda herkesin konumunu diğerini düşünerek belirlemesini ve böylece orta yolun oluşturulmasını talep ediyor. Böylece kendisini, kendiliğinden artacak merkezileşmeyi ve devletin gücünü dengeleyecek ‘karşı-ağırlıkların’ ne olacağına dair herhangi bir alternatiften de mahrum bırakıyor.

Siyasal alan Mahçupyan’ın arzu ettiği gibi sınırsız bir biçimde genişlediğinde merkezileşme kendisini hızla pekiştirir. Böylece güvenlik, refah ve istikrar sürekli tehdit altında kalır. Merkezi yönelimin dışında yer alanlar için bu tehdit çok daha fazladır.

Mahçupyan’ın liberalizm hakkındaki temel tezlerini ödünç aldığı Wallerstein’ın ‘After Liberalism’ adlı eseri Batı dünyasında yeterince tartışıldı. Bu kitabında Wallerstein, Berlin duvarıyla birlikte çökenin sadece sosyalizm olmadığını savundu. Sosyalizm ve liberalizmin modernliğin iki ayrı yüzü olduğunu ileri sürdü. Ve aslında liberalizmin sonuna ulaştığını iddia etti. Mahçupyan, ödünç aldığı tezlerin asıl kaynaklarını zikretmeyerek okuyucularını savunduğu konumun kökenlerine ulaşma imkânından mahrum bırakıyor.

 

Wallerstein, esas itibarıyla modern dünya sisteminin uluslararası boyutuna işaret ederek sosyal sözleşmenin tüm yeryüzünü kapsayacak bir biçimde yeniden kurgulanması gerektiğini savunur. Siyasal alanın bu derece geniş tutulması gerçek anlamda bir çılgınlıktır. Zira Belçika gibi küçücük bir ülkede Felemenkleri ve Fransızları bir arada tutmakta zorlanan sosyal sözleşmeci demokrasi modeli Yugoslavya’da dehşetle sonuçlanmıştır. Hâlbuki her türlü siyasal görüş hakkında son hükmü verebilme ayrıcalığını edinebilmek için kendi konumunu belirsiz kılma çabalarının aksine liberalizm son derece işlevsel bir demokrasi modeline sahiptir.

Gerçek anlamda bir demokrasinin özgürlüğü temin edecek bir biçimde sağlanabilmesi için öncelikle yapılması gereken, demokrasinin merkeze bağımlı olmayacak bir biçimde yerel düzeyde işletilmesidir. Zira siyasal alanın geniş tutulmasıyla merkeze bağlı işleyen bir demokrasi modelinin uygulanması yereli her açıdan merkezin belirleyiciliğine tabi kılar. Dolayısıyla kendi dinamikleri üzerinde yükselen yerel bir demokrasi, kişi ve cemaatleri merkezin yönlendiriciliğinden azade kılar. Ayrıca ülke geneline yayılmış fakat hiçbir bölgede çoğunluk elde edemeyecek farklı ilgi ve çıkar sahipleri de düşünülmelidir. Bunların hepsi bölgesel nitelendirmelere tabi tutulmadan karar alma süreçlerinde yer almalıdır. Merkezi yapılarda oluşabilecek çoğunluğa karşı ‘negatif özgürlük’ kavramı çerçevesinde güvence altına alınmalıdırlar. Devler ise birbirinin yaşam tarzlarını herhangi bir şekilde etkilemeyecek biçimde işleyen bu çoklu yapıyı koruyan bir şemsiye işlevi görmelidir.

Liberal demokrasi, kişilerin yaşamlarını, genel yönelimlere kapılmadan, doğrudan temasta bulunabilecekleri diğerleriyle birlikte yönlendirebilmelerini sağlar. Mahçupyan’ın zihninde kurguladığı demokrasi modeli ise kişiyi mekân ve zamanının dışındaki diğerleriyle soyut etkileşimlere zorlayarak merkezdeki çoğunluğun ve devletin belirleyiciliğine tabi kılar. Böylesi bir modelde ‘pozitif özgürlükler’ bireyi devlete entegre etmenin araçlarına dönüşür. Bu, şüphesiz ki Mahçupyan’ın da arzu etmeyeceği bir neticedir. Fakat her düşünür, önerdiği modelin niyet edilmemiş sonuçlarını öngörebilecek bir kapasiteye sahip olmak zorundadır. Bu ise öncelikle kişinin kendisini doğru değerlendirebilme kapasitesine bağımlıdır.

Zaman, 06.06.2012

 

 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et