Devletin el değiştirmesi mi, devletin değişmesi mi?

“Parlamentodaki siyasi çoğunluk yalnızca siyasi iktidarı değil, devlet iktidarını da ele geçirmeye çalışıyor.”
Yukarıdaki cümle hükümetin yargı reformu çabaları karşısında duyulan korkuyu özlü bir biçimde ifade eden bir cümle…

Geçenlerde bir muhalifin büyük bir suçu ifşa eder gibi söylediği bu cümle yaşanan krizin özünü de ifade ediyor.

Böylece bürokratik elit, parlamenter sistemden ne anladığını bir kez daha veciz bir biçimde ortaya koymuş oluyor: Siyasiler haddini bilecek; parlamentoda siyasetçilik oynayacak ama devleti ele geçirmeye kalkmayacak!

 Devleti ele geçirmeye çalışmayı suçların en büyüğü olarak ortaya koyanlar, her seçimin devletin büyük oranda el değiştirmesi için yapıldığını da unutmuş görünüyorlar. Unutmakta da haklı çünkü Türkiye’de böyle bir şey olmuyor. Meclis değişiyor, hükümet el değiştiriyor, yani milli irade değişiyor ama devlet aynı zümrenin elinde kalıyor ve bütün temel meselelerde milli irade ne derse desin o zümre bildiğini okumaya devam ediyor.

İşte bugün AK Parti’nin yapmaya çalıştığı şey bu “kaderi” değiştirmek… Seçilmişlerin darbe ertesinde yapılan anayasalarla bir avuç bürokrata kaptırdığı iktidarını geri alma çabası…

Peki bu “seçilmişler” dindar insanlar olunca büyük bir tehlike mi doğuyor?

Bugün Türkiye’de bu soruya “evet” cevabı veren önemli bir toplum kesimi var. Çünkü onlar bu süreci devletin “değişmesi” olarak değil, “el değiştirmesi” olarak görüyor ve bundan korkuyorlar.

Oysa bu yaşanan zamanı anlamamaktan kaynaklanan bir korku.

Ne demek istediğimi biraz açayım:

Devletin el değiştirmesi ancak rakip bir devlet projesinin varlığı halinde ciddi bir tehlike olarak ortaya çıkabilir.

Türkiye’de devletin rakibi olan, yani devleti ele geçirip kendi devletlerini kurmak isteyen üç güçten söz edildi şimdiye kadar. Komünistler, Kürtler ve şeriatçılar… Komünistlerin ve ayrılıkçı Kürt hareketinin durumu malum. Devleti ele geçirme ya da parçalayıp bir parçasını ele geçirme konusunda herhangi bir iddialarının kalmadığını görmek için kör olmamak yeterli. Şeriatçıların 70’li yıllarda kurdukları İran Devrimi’ni ihraç hayallerinden vazgeçişlerinin, Türkiye’de bir şeriat devleti kurma umutlarını kaybedişlerinin üstünden on yıllar geçti. Özetle, geçmişte devletin rakibi olduğu söylenen üç güçten hiçbirisinin ne komünistlerin ne şeriatçıların ne de ayrılıkçı Kürtler’in rakip devlet projelerinin esamisi okunmuyor. Alternatif devlet kurma iddialarını -bir zamanlar varsa bile- kaybettiler.

İşte bu tarihi koşulları iyi okuyup tehditleri de fırsatları da ona göre yeniden değerlendirmek gerekiyor.

Öyle tarihi koşullardayız ki, bugün Türkiye’de devletin önünde belki de ilk defa, karşıt kutbu olmadığı için, doğal ve sağlıklı bir küçülme ve demokratikleşme ihtimali doğuyor. Kendi devletini kurma iddiasında olan bir başka örgütlü güç olmadığı için, ideolojik devlet sorgulanabiliyor. “Devletin bekası ya da bölünmez bütünlüğü için” özgürlüklere hayır diyenler daha çok zorlanıyor.

Kendi despot devletlerini kurmak için mücadele eden muhalif akımların yenilgisi sonucu belki de ilk kez, devletin demokratikleşmesi için uygun bir zeminle karşı karşıyayız. Ve ilk kez toplumun, Kürt devleti, şeriat devleti ya da komünist devlet korkutmacalarıyla pasifize edilmesinin zemini ortadan kalkmış durumda.

Toplumsal muhalefet, şimdiye kadar şu ya da bu devlet projesinin yedeğine düşme endişesiyle bastırdığı itirazlarını artık daha rahat ortaya koyabiliyor. Devleti yıkıp bir başka devlet kurma hayallerinin çöküşü, mevcut devletin, toplumsal muhalefet yoluyla evrilmesini imkan dahiline sokabiliyor.

Kısacası devletin el değiştirmesi tehlikesinin ortadan kalkması, devletin değişmesini daha mümkün kılıyor.

Bu değişimin bir parçası da, bir zamanlar devleti ele geçiren bir zümrenin devlet üzerindeki bu tekeline son vermek, toplumda var olan değişik eğilimlerin ve toplumsal güçlerin de devlet iktidarı içinde yer alabilmesini sağlamak; provokatif bir üslupla söylemek gerekirse, devletin o dar zümre dışında başka kesimler tarafından da “ele geçirilebilir” olmasını savunmak…

Hâlâ şeriat paranoyası içinde yaşayanların görmediği şu ki, bugün AK Parti’nin ne yönetimi ne de tabanı artık mevcut devletle rakip olan bir devlet projesinin taşıyıcıları değil; sadece dini kendi seçtikleri bir kimlik olarak taşımak, laik bir devlette dindar bir vatandaş olarak yaşamak isteyen insanlar… Yaşadıkları bunca tecrübe sonucu, bunun bugün mümkün olan tek yolunun rejimin demokratikleşmesi olduğunu büyük ölçüde görmüş bulunuyorlar. Ve bu bilinçle devletin demokratik yönde değişiminin, yani seçilmişler tarafından “ele geçirilebilir” olması mücadelesinin öncülüğünü yapıyorlar.

Bugün, 02.04.2010

 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et