Bir süre önce Süleyman Özışık “paralelle mücadele böyle mi olacak” başlıklı bir yazı yazdı. Bu yazıda hükümetin paralelle mücadele stratejisini eleştiren Özışık, kamu makamlarından “ihraç edilen paralelcilerin oranı %50 ise yerine alınan paralelcilerin oranının %70 olduğunu” söylüyor. Bununla birlikte paralel yapıyla hiç alâkası olmayan yüzlerce masum insanın da kendilerinden muhtelif sebeplerle haz etmeyen yerel yetkililer tarafından tasfiye edildiğine, yani sürecin istismar edildiğine dikkat çekiyor.
Özışık’ın tespitlerine ben de katılıyorum. Zaten bu gerçek bilinmesine rağmen pek çoğumuz sanırım içinden geçtiğimiz süreçte bu kadarını “gözden çıkardığı için” bunun hakkında fazla konuşmuyor. Ben ise şahsen bunun gözden çıkarılabilecek bir şey olduğunu düşünmüyorum.
Yakın çevremde hayatına uzun süredir tanık olduğum ve masum olduğuna inandığım mağdurlar var. Bununla birlikte masum olduğuna hiç inanmadığım pek çok siyasetçi ve bürokratın hâlâ görevinin başında olduğunu da görüyorum. Bu durum ne kadar daha devam edecek bilemiyorum. Böyle bir örgütle mücadelede yazılı hukuk kurallarının yetersiz kaldığını söyleyebilirsiniz, buna bir şey diyemem. Lakin buna bir alternatif sunmanızı beklerim. Zira yazılı kurallar yetersiz bile olsa keyfî yönetimden evladır. Hiç değilse açık, net, öngörülebilir ve herkesi bağlayıcıdır. Dolayısıyla meşrudur. Adı terör örgütü bile olsa mücadele yönteminiz hukukun ve meşruiyetin dışına çıktığında sizi o örgütten ayıran hayatî farkı da kaybetmiş olursunuz. Zaten maksadınız hukuksuzluğu ortadan kaldırmakken bizzat siz bunu hukuksuz bir şekilde yaparsanız ne değişecek?
Türkiye bir cemaatler ülkesi. Elinizi sallasanız bir cemaate çarpar. OHAL gibi hukukun kısmen rafa kaldırıldığı, çok kısa süre içerisinde yüzlerce devlet kadrosunun el değiştirdiği böyle durumlar tam da cemaatlerin ve diğer menfaat odaklarının avuçlarını ovuşturduğu tarihî fırsatlardır. 15 Temmuz’da yaşadığımız kâbus daha önce yapılan hatalı çözümlerin sonucuydu. Bugün çözüm adına yaptıklarımızın da gelecekteki muhtemel kâbusların sebepleri olmaması için çok daha dikkatli adım atmamız gerekmiyor mu?
Özışık’ın tespitlerine katılmakla beraber çözüm önerisini oldukça naif bulduğumu söylemeliyim. Özışık, devletin bundan böyle yapacağı tek şeyin vatandaşlarına karşı nötr olmak, kamusal makamlara yapılacak alımları da sadece liyakat ve sadakat esasına göre yapmak olduğunu iddia ediyor. Söylem doğru ama keşke o kadar kolay olsaydı…
Bir kere hiçbir devlet vatandaşlarına karşı nötr olamaz. Neden? Vatandaşlar neden birbirine nötr olamıyorsa ondan olamaz. Çünkü insanlar nötr değildir. Devlet dediğiniz de nihayetinde aynı insanlardan müteşekkil bir örgüttür. Her insan kendi sevdiğini kayırır, bunu anlayın artık. Mesele kayırmanın kendisi değil, bunu bizim için bir problem olmaktan çıkarmaktır. O da kamusal mülkiyeti mümkün olduğu ölçüde özelleştirmekten geçer. Nitekim bizim için zararlı olan insanların kendi evlerinde veya işyerlerinde yaptığı kayırma değil, kamusal kurum ve makamlarda yaptığı kayırmadır.
Dolayısıyla çözüm devletin nötr olması falan değil, devletin “sınırlı” olmasıdır. Sınırlı demek pek çok kamu kurumunun ve bürokratik makamın lağvedilmesi, özelleştirilmesi, kalanların da yetkilerinin alabildiğine sınırlanması demektir. Yani sizin devlet dediğiniz şey öyle pek de güçlü ve fonksiyonel bir şey olmayacak, insanlar üzerindeki yaptırım gücü “sınırlı” olacak demektir. Ancak böyle olursa kamu kurumları ve siyasî/bürokratik makamlar, çevresinde dolaşan çakallardan ve köpekbalıklarından kurtulur. Devletin gücünün eksildiği yerlerde insanların birbirlerine karşı yapabileceği haksızlıklar ve kötülüklerin boyutu da hiçbir zaman kamu görevlilerinden kaynaklanan haksızlık ve kötülüklerin boyutuna ulaşmaz. Çünkü insanlar birbirleriyle rekabet halindedir. Devlet gibi yasalara dayanan, karşı konulamaz güçleri yoktur. Ayrıca adalet mekanizması özel davalar karşısında daha bağımsız, tarafsız ve etkili hareket edebilir.
Hâsılı devletin (hükümetin değil devletin) bugünkü kadar güçlü ve otoriter olduğu her ülkede o devleti ele geçirmeye çalışan menfaat odakları daima olur ve olacaktır da. Çözüm devleti sınırlandırıp menfaat odaklarını birbirleriyle başbaşa bırakmaktır. Bu da en çok herhangi bir menfaat odağına mensup olmayan sıradan vatandaşın (yani çoğunluğun) işine yarar. O yüzden de buna en çok o makamlara çoktan göz dikmiş, onun kendilerine sağlayacağı olağanüstü gücü kendi emelleri doğrultusunda kullanmak için sabırsızlanan (sayıca az ama daha organize olan) menfaat odakları karşı çıkar.
Unutmayın, darbeler gibi büyük çapta yıkıma neden olan her kötü olay devletin sağladığı araçlarla (silahlar, ödenekler, makamsal yetkiler, vs.) ve vergi mükelleflerinin parasıyla gerçekleştirilir. Dolayısıyla devletin askerine, memuruna, siyasetçisine, bürokratına sunduğu bu sıradışı ayrıcalık ve imtiyazları azaltıcı her hamle, gelecekte olabilecek muhtemel darbelerin ve haksızlıkların şimdiden yolunu kapar; cemaatleri ve her tür sosyal/iktisadi menfaat odağını da topluma karşı bir tehdit unsuru olmaktan çıkarır.