Çözüm Süreci -1: Çatışmasızlığın Ön Şartı Olarak Şiddet Paradoksu
Çözüm Süreci – 3: Türkiye’de Demokratik Siyasetin İmkânları
Çözüm Süreci -2: Demokratik Siyasetin İnşası ve Silahsızlanma
Birinci yazımızda görüşme notlarından yola çıkarak Öcalan’ın silahları bir varoluşsal değer olarak gördüğünü ifade etmiştik. Yüceltilen bu değerin sadece sürecin gelişmesini engellemediği aynı zamanda demokratik bir siyasetin inşa edilmesi önünde de başlıca bir engel teşkil ettiği bu yazının konusu arasındadır.
Temas, diyalog, müzakere ve çözüm olmak üzere bir çözüm süreci genel hatları ile dört aşamadan oluştuğunu ifade eder Vahap Coşkun ve Cuma Çiçek (Coşkun ve Çiçek, 2016: 6). Bu temelde, görüşme notları da, temas aşamasını kendi içinde barındırdığından bu aşamayı saymazsak bahsi edilen dört aşamayı teyit eder niteliktedir. Nitekim çatışmasızlık, müzakere ve normalleşme olarak da formüle edilen barış görüşmelerinin yol haritası görüşme notlarında üç aşama olarak şöyle isimlendirilmektedir:
- Çatışmasızlık ortamının sağlanması,
- Anayasal ve yasal süreç,
- Normalleşme süreci.
Bu plana göre öncelikle karşılıklı olarak çatışmasızlık sağlanacaktır. Yani güvenlik güçleri operasyonları durduracak; KCK silahlı güçleri ise herhangi bir saldırıda bulunmayacaktır. Ardından Devletin gerçekleştireceği Anayasal ve yasal süreçler ile KCK yapılanması çatışmasızlık ortamından silahların tamamen bırakılması aşamasına geçecektir. Son olarak da sürecin üçüncü aşaması olan normalleşme sürecinde, “demokratik siyaset” olarak tanımlanan kurumsal alt yapı hem Devlet tarafından hem de KCK tarafından sağlanacaktır.
Görüşme notlarında PKK militanlarının çatışmasızlık ortamına girmesi ve sürecin izlenmesi için parlamentoda kanunla kurulacak bir komisyonun kurulması talebi öne çıkmaktadır. Mecliste kanun ile olmasa da idari bir tasarrufla başbakanlık tarafından Akil İnsanlar Heyeti[1] oluşturulmuştur. Heyet kurulduktan bir süre sonra Başbakan ile gerçekleştirdiği toplantıda bir ay olan çalışma süreleri iki aya çıkarılmıştır (Hürriyet, 5.04.2013). Çalışmaları sonucunda heyet, yaptığı çalışmaları ve analizlerini bir rapor ile Başbakan’a sunmuştur (TRThaber, 26.06.2013). Ancak Akil Heyetin kurulması Öcalan’ın kabul edeceği ve çerçevesini çizdiği yasal düzenlemeden uzaktır. Nitekim görüşme notlarına yansıyan ifadelerden Öcalan çatışmasızlık sürecinden geri çekilme ve nihayetinde silahların bırakılması sürecine geçiş aşamasını meclisten çıkartılacak bir yasal düzenlemeye bağlamaktadır. Bu temelde Öcalan’ın üzerinde durduğu en önemli noktalardan birisi de parlamento kararıdır. Öcalan’a göre; “Çekilmeden çekilmeye fark var. Tek taraflı bir çekilme olmayacak. Çekilme parlamento kararı ile olacak (…) TBMM onaylayacak, çekilme komisyonla olacak” (İmralı Notları, 2015:25).
Görüşme notlarına yansıyan ve Öcalan’ın istediği yasal düzenlemenin niteliğine bakmak anlamlı olacaktır. Bu yasal düzenleme üç unsuru içermektedir. Birincisi, kendi içinde hakikat komisyonu, köylere geri dönüş yasası gibi farklı düzenlemeleri kapsamaktadır. “Komisyonlar kurulacak. Hakikat Komisyonu da kurulacak. Akil İnsanların denetiminde olacak. Çekilme o zaman olacak. Köylere geri dönüş olacak. Bunları yapmazlarsa geri çekilme olmaz” (İmralı Notları, 2015:26) diyen Öcalan bu temelde istenilen yasal düzenlemenin birinci niteliğini ifade etmektedir.
İkincisi, KCK yapılanmasını bu yasal düzenleme ile bir şekilde yasallaştırarak illegalitenin ortadan kaldırılması istenmektedir. Örneğin Öcalan “Benim rolümü ve silahlı gerillayı yasa dâhiline sokacaklar. Zaten bu olmadan geri çekilme falan olmaz” (İmralı Notları, 2015:34) demiştir. Buna benzer birçok ifadesi bulunmaktadır.
Üçüncüsü ise bu yasal düzenlemede Öcalan kendisi için de özel düzenlemeler istemektedir. Örneğin; “geri çekilmeye karar veren benim. Ama ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almış bir mahkûm olarak bunu hangi yetkime dayanarak yapıyorum? (…) Dolayısıyla geri çekilmeye dair alacağı karar veya çıkaracağı kanunda parlamento beni nasıl tanımlayacak?” (İmralı Notları, 2015:32). Öcalan böylece kendi rolünü de yasaya koymak ve kendi konumunu yasa aracılığı ile meşrulaştırmak istemektedir.
Yukarıdaki örnek açıklamalardan da görüldüğü gibi çatışmasızlık sürecinden silah bırakılması sürecine geçiş için Öcalan’ın devletten istediği yasal düzenlemede sınırları belirsiz ve içerikleri net olmayan birçok unsur bulunmaktadır. Tarif edilen yasal düzenlemenin bu kadar geniş kapsamlı tutulması, sınırlarının belirgin olmaması, daha sonraki süreçlerde gündeme gelmesi gereken taleplerin bu aşamada gündeme getiriliyor olması gibi hususlar yasal bir düzenlemenin yapılmasının önündeki en büyük engellerden biridir. Bu hali bu talep ile çözüm sürecinin ilerlemesi önünde önemli bir sorun teşkil etmekteydi. Diğer taraftan KCK yapısı sadece Türkiye sınırları içinde örgütlü bir yapılanma değildir. Başta İran, Irak ve Suriye sınırları olmak üzere Kürtlerin yaşadığı hemen her yerdeki yapıları için de politik hedefleri vardır. Aynı zamanda Türkiye ve Türkiye dışında yaşayan Kürtlerin kurduğu her türlü sivil toplum kuruluşları ile rekabet eden, zaman zaman onlar ile çatışmaya giren, kendilerine yakınlıklarına bakılmadan tek taraflı bir irade ile Kürtlerin bir çatı yapılanması olma iddiası ve hedefi olan totaliter, faşizan, tek tipçi bir yapılanmadır. Silahların bırakılması sürecinin gerçekleşmesi için böylesi bir yapılanmanın yasal statüye kavuşturulması gibi bir ön şart koşmak bile kendi başına süreci zora sokmaktır. Örneğin KCK yapılanması bir yasal statüye kavuşturulduğunda KCK’nın özellikle Türkiye ile sınır komşusu olan ülkelerdeki faaliyetlerinin ne olacağı belli değildir. Bu durumda devletin yasal bir düzenleme ile böyle bir yapılanma hakkında meşrulaştırıcı bir düzenleme yapması Türkiye’nin bu ülkeler ile olan ilişkisini zora sokmayacak mıdır? Belirtmek gerekir ki esasen Öcalan tarafından talep edilen yasal dayanak nispeten karşılanmıştır. Nitekim 16 Temmuz 2014’te “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun” ismi ile çözüm sürecini teminat altına alacak bir yasa çıkartılmıştır (Coşkun, 2015: 24). Ancak bu yasaya rağmen Öcalan ve KCK silahların bırakılmasına ikna olmamışlardır.
Çatışmasızlık sürecinden silahların bırakılması sürecine geçişte öne çıkan TBMM’de yasa çıkartılmasının dışında görüşmelere yansıyan taleplerin de incelenmesi şiddet kıskacında demokratik siyaset ve çözüm süreci açısından önem taşımaktadır. Nitekim yakından bakıldığında anlaşılacaktır ki bu talepler şiddet ortamında geliştirilecek, korunacak konular değildir.[2] Tam aksine varlıklarının tehlikeye girme riski şiddet ve çatışmaların olduğu bir ortamda artmaktadır. Bu temelde görüşme notları incelendiğinde öne çıkan talepleri toparlamak gerekirse aşağıdaki başlıklar öne çıkmaktadır:
- Kürt realitesinin parlamento tarafından kabul edilmesi
- Anayasada vatandaşlık tanımının değiştirilmesi
- Bölgeler ve kültürlere kendilerini ilgilendiren konularda referandum hakkının tanınması
- Tüm tarihsel kültürlere saygı, kendini ifade etme ve örgütlenme hakkının tanınması
- Kürtlerin demokratik bir ünite haline getirilmesi: Yasa çıkarma hakkı, ekonomik özerklik, dil eğitimi
- Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki çekincelerin kaldırılması
- Bölgeler ve kültürlere kendilerini ilgilendiren konularda referandum hakkının tanınması
- Tutuklu veya hükümlü PKK’lilerin tahliye edilmesi
- Seçim barajı, Partiler Kanunu, ifade özgürlüğü, Terörle Mücadele Kanunu, Ceza Kanunu, Gösteri Kanunu gibi yasalarda kapsamlı değişiklikler yapılması ve Eve Dönüş Yasasının çıkarılması,
- Hakikat Komisyonunun kurulması
- Türkiye’nin Suriye’de KCK kazanımlarını tehlikeye düşürmemesi
“Kürt realitesi parlamento tarafından kabul edilmeden nasıl anayasa yapacaksınız?” (İmralı Notları; 2015: 12) diyen Öcalan öncelikle Anayasa’da yapılacak değişiklikte Kürt realitesinin tanımlanması ve vatandaşlık tanımının ulusa değil devlete atıf ile yapılması gerektiğini ifade eder. Vatandaşlık konusunda Öcalan’ın önerisi şöyledir: “Anayasamız bütün tarihsel kültürleri Türkiye’nin bir zenginliği olarak kabul eder, kendisini geliştirme, özgürce ifade etme ve örgütleme hakkını tanır” (İmralı Notları;2015:14). Bu tanımın kendileri açısından yeterli olduğu kanaatindedir. Görüşmelerin sonraki safhalarında Öcalan’ın Kürt realitesinin kabulü konusunda daha uzlaşmacı bir tavır içine girerek KCK’den gelen Anayasa’da “Kürt Halkı” tabirinin kullanılması teklifine karşı çıktığı görülmektedir. Ona göre şu cümle sorunu çözecektir: “Türkiye’nin bütünlüğü çerçevesinde tarihten miras kalan milletleri zenginlik olarak kabul ediyoruz. Ayrıca bölgesel ve toplumsal kültürler (inançları, Aleviliği vb. kastediyorum) kendini ifade etme, örgütleme, dayanışma hakkına sahiptir, gibi bir düzenleme olabilir. Biz bu unsurları taşıyan topluma Türkiye Ulusu diyebiliriz” (İmralı Notları; 2015: 43).
Görüşme notlarında öne çıkan yukarıdaki başlıkların tamamının Öcalan’ın KCK’ye silahsızlanma çağrısı yapmak için öne sürdüğü şartlar olmadığını belirtmek gerekir. Ancak bu talepler Öcalan ve KCK için uğruna her düzeyde şiddete başvurulan, binlerce insanın hayatına mal olan politik hedeflerdir. Bu talepler, silahlı bir mücadelenin gerekçesi sayılmakta ve aynı zamanda karşılanmaları durumunda silahsızlanma sürecine girileceğini iddia etmektedirler. Yani silahsızlanma çağrısının yapılması için ön şartlar gerçekleşmese dahi Öcalan ve KCK silahları bu talepler için kullanmaktadır. Öcalan da bunu teyit etmektedir;
“Basına yanlış şeyler yansıdı. Öcalan bağımsızlıktan, federasyondan, özerklikten, bilmem neden vazgeçti dediler. Ben hiçbir şeyden vazgeçmedim. Benim temel görüşüm şudur: Silahlı çatışmaya son verme sıkı sıkıya yasal demokratik mücadeleye sarılma ile olur. Bu yasa çıktı çıkmadı tartışması da mesele değil. Bunların hepsi sadece demokratik siyaset aşamasının birer parçasıdır. Anayasal çoğunluk (330) ile Meclis bir çağrı yapabilir sanırım. (Biraz kızarak) Beni şaşırtmayın. Tarihi çatışma sürecini sona erdirdik dediysem barış oldu demiyorum, legal siyasete evrensel bağlılıktan ve mücadeleden söz ediyorum. Hiçbir şeyden vazgeçmedim. Ben sadece Demokratik Türkiye olmadan bunların hiçbiri olmaz, zamanı değil; arabayı atın önüne koymayın diyorum. Önce demokratik Türkiye.” (İmralı Notları, 2015: 57).
Görüşme notlarına yansıyan ifadelere göre Öcalan silahlı mücadeleye son vermeye karşı olmadığını; bunun yerine “demokratik siyaset” olarak tanımladığı barışçıl ve sivil bir yolun açılması gerektiği iddiasındadır. Bu görüşüne bir örnek daha vermek gerekirse “dostlarımız ve halkımız eski kalıp mücadeleleri bir kenara atmalı ve karıştırmamalı. Eski yaşam alışkanlıklarını topyekûn bırakmak gerekir (İmralı Notları; 2015: 16).” demektedir. Bu görüşüne paralel olarak başka bir görüşmede de Öcalan, “bu aşama mücadeleyi siyasallaştırma dönemidir aynı zamanda (…) demokratik siyasal mücadele ve bunun inşasını yapıyoruz” (İmralı Notları; 2015: 41 diyerek benzer bir yaklaşımı ifade etmektedir. Ancak Öcalan bütün bu yaklaşımının önüne bir şart koymaktadır. O da TBMM’nin süreçte rol alarak yasal ve anayasal düzenlemeleri yapmasıdır. Kendi ifadeleri ile Öcalan şöyle demektedir: “Biz Kürtleri demokratik bir ünite haline getirmek istiyoruz. Türkiye Anayasasında ve yasalarda bu olmadan barış olmaz. AKP buna gerek yok diyor. Peki, biz nasıl yaşayacağız? Yirmi milyon insanın yasal ve anayasal ifadesi olmadan biz nasıl yaşayacağız?”(İmralı Notları; 2015: 14).
Burada sorulması gereken üç soru var: Birincisi Öcalan’ın silahlı mücadeleyi bırakması için öne çıkardığı yasal ve anayasal düzenlemelerin kendi doğasından ve taşıdığı zorluklardan dolayı gerçekleştirilmeye ne kadar müsait olduğudur. Bu çalışma yukarıda da belirtildiği gibi bu şartın kendi niteliklerinden dolayı sürecin ilerlemesinin önünde bir engel olduğu ve bu nedenle silahsız bir mücadeleye geçme sürecini zor duruma düşürdüğü kanaatindedir. Sorulması gereken ikinci soru yine yukarıda özetlenen ve Öcalan’ın “demokratik mücadelenin inşası” olarak ifade ettiği taleplerin hangisi için silahlı bir mücadeleye ihtiyaç olduğudur. İkinci soruya paralel olarak sorulması gereken üçüncü soru ise demokratik mücadelenin inşasının şiddet ile nasıl mümkün olacağıdır. Anlaşılacağı üzere Öcalan Çözüm Sürecini ve demokratik siyasetin gelişmesini savunurken bile silahları bir garantör olarak görmektedir. Görüşmelerde bir taraftan devlet görevlilerine karşı bir taraftan da kendi arkadaşlarına karşı silahlı mücadeleye her zaman açık kapı bırakmaktadır. Varoluşsal bir değer olarak yüceltilen şiddet üzerinde demokratik ve sivil bir mücadelenin imkânının olmayacağını belirtmek gerekir. Çünkü şiddetin getireceği güvenlikçi politikalar ortamında üretilecek olan şey daha fazla özgürlük alanları değildir. Güvenlikçi politikalar var olan özgürlük imkân ve fırsatlarının da kısıtlanmasına sebep olacaktır. Nitekim kamuoyuna “hendek savaşı” olarak yansıyan hareketler ve KCK’nin Diyarbakır ve Şırnak başta olmak üzere bazı yerleşim yerlerinde silahlı çatışmalar ve saldırılarda bulunması doğal olarak devleti güvenlikçi politikalara sevk etmiştir. Devletin daha fazla güvenlikçi bir politikaya yönelmesi ise HDP’nin siyasi imkân ve fırsatlarının kısıtlanması sonucunu getirmiştir.[3]
Sonuç olarak, birinci yazıda gösterildiği gibi KCK ve Öcalan şiddeti yüceltmektedir. HDP ise zaten buna itiraz edecek bir pozisyonda kendisini görmemektedir. Yüceltilen bir değer olarak şiddet, bu yazıda da görüldüğü gibi demokratik bir siyasetin gelişmesini engellemektedir. Diğer taraftan silahların bırakılması için bu yazıda ifade edilen talepler hükümetin tutumundan bağımsız olarak şiddeti zorunlu kılan, gerekli kılan talepler değildir. Aksine şiddetin var olduğu bir ortamda korunamayacak, gelişemeyecek taleplerdir. Nitekim bir değer olarak yüceltilen şiddet, nihayetinde çözüm sürecini tıkamış, HDP’nin siyasi alanını daraltmıştır.
Sonraki üçüncü yazımızda Türkiye’de demokratik siyasetin gelişebilmesi için var olan imkân ve fırsatlar konu edilerek bu yazıda ve birinci yazıda ifade edilen şiddetin yüceltilmesinin neden yanlış olduğu konu edilecektir.
Notlar:
[1] “Akil İnsanlar Heyeti, PKK/BDP’den gelen öneriler dikkate alınarak, hükümet tarafından oluşturuldu. Türkiye’nin yedi bölgesinde görev yapan yedi heyetin her birinin dokuz üyesi vardı. Heyetlerde gazeteciler, akademisyenler, sivil toplum örgüleri, sendikalar ve meslek kuruluşlarının temsilcileri yer alıyordu. Heyet üyeleri toplumdaki farklı eğilimleri, kesimleri ve siyasal pozisyonları temsil ediyorlardı.” (Coşkun, 2015:13)
[2] Elbette Öcalan ile görüşmeler KCK unsurlarının silahsızlandırılması amacını taşımaktadır. Bu temelde şiddet muhatap almayı getirmiştir. Aynı şekilde bu taleplerin bir reform ile hükümet tarafından insan hak ve hürriyetleri gereği gerçekleştirilmesi bu şiddeti marjinalleştirebilir; ancak burada vurgulanmak istenen şey; bahsi geçen taleplerin gündeme getirilmesini ve bir kamu politikası haline getirilmesinin zorunlu olarak şiddeti gerekli kılmadığı ve çatışmalı bir ortamda bu hakların zarar görebileceğidir.
[3] “Hendek Savaşı” olarak kamuoyuna yansıyan şehirlere taşınan çatışmalar sonucunda devlet daha güvenlikçi bir politikaya yönelmiş, bu çerçevede birçok belediye başkanlığına kayyumlar atanmış ve birçok sivil toplum kuruluşu kapatılmıştır. Bu süreçte seçilmiş veya çeşitli sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerine yönelik soruşturmalar ve tutuklamalar gerçekleşmiştir.