Demokrasi için hangisi daha büyük tehlike: Yolsuzluklar mı bürokraside otonom yapılanmalar mı?

Ünlü liberal iktisatçı M. Friedman’ın meşhur bir para harcama matriksi vardır. Bu matrikste insanların nasıl para harcayacağı sorgulanır. Matriks iki eksene sahiptir: Kimin parası, kim için. Bu eksenlerin de iki açılımı vardır: Kendi paran, başkasının parası ve kendin için, başkası için. Böylece dört şık ortaya çıkar. I- Kendi paranı kendin için harcamak, II- Kendi paranı başkası için harcamak, III- Başkasının parasını kendin için harcamak ve IV- Başkasının parasını başkası için harcamak. III. ve IV. şıklar, özellikle paranın nasıl zor kazanıldığını bilenler için, en tatlısıdır. Hayatta başkasının parasını kendin için harcamaktan daha hoş ne olabilir ki?

Siyasî sistemler bu alanlardan daha çok IV’üncüsüne dayanır. Onun ortadan kalkması devletin ortadan kalkması anlamına gelir. Bunu, bireyci ve özel mülkiyetçi anarşistlerden başka savunan yok. Demek ki, her halükârda bu alan var olacak. Bireyci anarşizm dışındaki her çizgi bir anlamda devletçidir. Ancak, minarkizm ve klasik liberalizm en az devleti öngörürken sosyal demokratlar, muhafazakârlar çok daha fazla devlet ister. Faşistler ve sosyalistler ise devletten başka bir şey istemez.

Demokrasilerde dördüncü alan seçmen kitleleri ile siyasetçilerin paslaşması yüzünden devamlı genişleme eğilimi içindedir. Yolsuzluk, usulsüzlük denilen şeyler de daima bu alanda ortaya çıkar. Bu alan ortadan kalkmadıkça, çapı ve tarzı zamandan zamana ve ülkeden ülkeye değişse de yolsuzluklar hep olacaktır. Kimse yolsuzluklar sıfırlanabilir gibi bir hayale kapılmamalıdır. Ayrıca, yolsuzluk gibi pejoratif bir kelimeyle anılmasa da toplumsal hayata zararlı başka olgular ve uygulamalar da vardır ve bunlar çok az dikkat çeker. Meselâ, devletin personel kadrosunun devamlı şişirilmesi de bir tür yolsuzluktur ve uzun vadede adi yolsuzluklardan daha zararlıdır. Ama çoğu kimse bunu görmez veya böyle görmez; tersine över, yüceltir. Bir örnek vereyim: Hükümet hiç ihtiyaç yokken 100 bin vasıfsız memur alacağını söylese, herkes alkış tutar ve muhalefet kendisi iktidarda olsaydı daha fazla, meselâ 150 bin kişi, alacağını söyler. Oysa, 100 bin ilâve personel, verimlilik aynı kalmak şartıyla, kamu maliyesinin iflasına yelken açmaktır. Kamu maliyesi batmayacağı için özel kaynaklar batacaktır, yani özel aktörlerdeki kaynaklar devlete geçecektir. 100 bin kişinin uzun dönem maliyeti, diyelim ki 100 bin kişi X 50 bin TL/Yıl X 50 yıl ile zor hesaplanacak kadar büyüktür. Bunu kimse görmez, ama bir yerde, örneğin 5 milyon liralık bir yolsuzluk iddiası olsa, herkes neler neler söyler.

Şimdi yolsuzluk iddiaları ortada uçuşuyor ya, bazılarının çok heyecana kapıldığını ve masumiyet karinesini askıya aldığını görüyorum. Hadi gençleri anladım da, orta yaşlılara ve yaşlılara ne oluyor? Yolsuzluk olduğu henüz ispatlanmış değil. Birilerinin olduğuna çok ama çok kuvvetle inanması onu ispata yetmez. İkincisi, yolsuzluk iddialarının bazıları gerçek olsa da bu yeni bir durum teşkil etmez. Çünkü, muhtemel yolsuzluklar ne ilktir ne de son olacaktır. Yolsuzluk yapanlar cezalandırılır ve kervan yoluna devam eder. Alman filozof Voegelin’in daha genel olarak hayat için dediği gibi, yolsuzluk hikâyesini başından okumaya başlayamazsınız, ortadan başlamak zorundasınız. Ben yarım asırlık hayatımda çoğu boş çıkmış pek çok yolsuzluk iddiası gördüm.

Diğer taraftan, yolsuzluk iddialarına adeta şehvetle inananların bazılarının aynı ilginin yüzde birini bile yargı ve emniyette otonom yapılanma iddialarına göstermemesi hayret verici. Demokrasi açısından hangisi daha tehlikeli: Yolsuzluklar mı yoksa otonom yapılanma mı? Yolsuzluk yaptığı söylenen politikacılara ulaşmak kolay, bürokratlara ulaşmak zordur. Baksanıza, oğlu bir savcı ve bir polis şefi tarafından sıcak yatağından alınıp teşhir edilmek istenen bir ‘diktatör’ başbakan bile savcı – polis karşısında aciz, sıradan vatandaş ne yapsın? Otonom yapılanma, yani memurlar heyeti ise hayalet gibi. Görünür değil, kimlerden müteşekkil olduğu vatandaşlar tarafından bilinmiyor. Hangi araçları kullandığı ve kullanabileceği de. Hesaba çekilmesi neredeyse imkânsız. Gezi’de aşırı polis şiddetinden haklı olarak şikâyet edenler nasıl oluyor da bu operasyonlarda tecessüm eden polis – savcı şiddetini tespit edemiyor? Onlar polis şiddeti sadece biber gazı ve copla kullanılır zannediyorlar galiba. Yoksa Erdoğan nefreti gözleri yanında akıllarını da mı efsunladı?

Yazının başlığında ifade edilen sorunun cevabı belli. Müthiş bir bürokratik tahakküm geleneği olan Türkiye gibi bir ülkede hata yapan politikacılardan çok devlet içindeki sekteryen otonom yapılanmalardan demokrasiye zarar gelir. Yolsuzluklarla sonuna kadar mücadele edilmesini destekleyelim, ama bu tür otonom yapılanmaların olmamasını da talep edelim.

Bu yazı Yeni Şafak Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et