Bazılarının çilesi ölünce biter; fakat bazı talihsizlerin çilesi ölünce de bitmez. Bazılarının “çekilecek çilesi vardır” ve bu kaderinden kaçamazlar. DP’nin ve Menderes’in başına gelenler de bu kabilden bir çile.
DP’nin çilesi kapatılmayla, Menderes’in çilesi de idamla sona ermedi… Günümüze kadar uzanan bir çileler zinciri DP’nin ve Menderes ailesinin peşini bırakmadı. Malum, Menderes’in iki oğlu şüpheli bir şekilde genç yaşlarında öldü (ya da öldürüldü); diğer oğlu ise yine şüpheli bir kaza ile sakat bırakıldı… Hasılı, Menderes ailesi de, DP de hiçbir zaman kendi hallerine bırakılmadı. DP, 27 Mayıs cuntası tarafından kapatıldıktan sonra defalarca açıldı ve kapatıldı ya da başka partilerle birleştirildi… Kaç defa açılıp kaç defa kapandığını bir siyaset bilimci olarak hesap edemiyorum…
DP’yi yeniden diriltme konusundaki ilk ciddi teşebbüs Celal Bayar ve Ferruh Bozbeyli önderliğinde olmuştu; Demokratik Parti kurulmuştu… Fakat bu en ciddi teşebbüs bile DP’yi ihya edemedi; Demokratik Parti 70’li yıllarda sönüp gitti… Bu ciddi teşebbüsten sonra da birçok kişi ve kesim -kimi iyi niyetle kimi kötü niyetle- DP’yi diriltmek üzere teşebbüste bulundu; fakat hiçbirisi başarılı olamadı. Bir ara Korkut Özal’ı hatırlıyorum DP lideri olarak… Bir vakit DP’nin başında Aydın Menderes’i gördük… Hatırladığım kadarıyla en son Melih Gökçek’e yakın isimler ele geçirmişti DP’yi… Erdoğan’ın yasaklı olduğu bir dönemde Gökçek’in bazı hesapları vardı… En son da Mehmet Ağar, 367 müdahalesi sürecinde DYP’yi DP’ye dönüştürdü; cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde DP’nin anti-demokrat cephe içinde yer almasını sağladı… DP, bir defa daha vuruldu bu mahut süreçte…
Ağar’dan sonra Süleyman Soylu, DP’yi yeniden eski söylem ve eylem gücüne kavuşturmak için son bir hamle yaptı. Fakat olmadı, olmuyor, olmayacak; çünkü zamanın ruhu değişti; tarih yürüdü ve yeni dengeler oluştu; yeni merkez, yeni partiler vücuda getirdi… Zamanın ruhu nasıl başka bedenlere geçtiyse “46 ruhu” da başka bedenlere geçti: 46 ruhu 27 Mayıs darbesinden sonra Adalet Partisi’ne geçmiştir (Demirel’e değil); 80’li yıllarda Özal’a geçmiştir (ANAP’a değil); en son olarak da Tayyip Erdoğan’a geçmiştir…
Soylu’dan sonra da DP’nin çilesi bitmedi. DP’nin başına gelebilecek en kötü şey geldi: Demokrat Parti, demokrasiye dış müdahaleleri olağan gören hatta onları teşvik eden bir ekibin eline geçti. Evet, bu da oldu… DP’nin başına çok şeyler geldi ama bu kadarı hiç gelmemişti. Hakikat halde, genel başkanlık koltuğu münhal bulunan İşçi Partisi’ne ya da CHP’ye talip olması gereken çevreler, DP’ye musallat oldular. Kongrede ezici bir çoğunluk sağlayamadılar ama yine de -kıl payı bir farkla da olsa- DP’yi ele geçirdiler.
DP üzerinde operasyon yapan güçlerin amacı AK Parti’yi geriletip “merkez sağ”ı yeniden ele geçirmek; bu olmuyorsa yeni bir merkez sağ inşa etmek… Bu amaçla eski tüfekler partiye çağrılacak; ANAP, DP’ye dâhil edilecek, belki İlhan Kesici, Lütfullah Kayalar gibi CHP’ye laik sağdan destek olarak gönderilenler geri çağrılacak, Şener’le seçim ittifakı yapılacak vs…
Fakat bütün bunlar, onların istediği yönde sonuçlar doğurmayacak gelişmeler AK Parti’nin değil CHP’nin, bir miktar da MHP’nin aleyhine işleyecek gibi görünüyor. Çünkü son seçimlerde CHP’ye ve MHP’ye laik sağdan “gönderilen” ödünç oylar DP’ye geri çağrılacak. CHP’nin laik oylar üzerindeki tekel durumu kalkacak… DP, AK Parti’den daha çok CHP’den oy çalacaktır. Süleyman Soylu’nun demokrat ve muhafazakâr söylemi nedeniyle bu partiye oy veren bir kesim de DP’yi bırakıp AK Parti’ye yönelecek.
Bütün değişkenler hesaba katıldığında DP’ye birkaç puanlık yeni oy gelecek fakat birkaç puanlık oy da DP’yi terk edecek. Sonuçta DP yine % 5’ler civarında seyredecek. Bir zamanlar % 50’yi aşmış eski siyasetçi de siyaset sahnesini % 5’lik bir oy oranıyla terk edecek. Hazin bir son; tıpkı başka bir eski siyasetçinin % 1’e vuran oy oranıyla siyaseti terk edişi gibi…
Önümüzdeki genel seçimler her halükârda çok ibretli sonuçlara gebe olacak gibi. DP operasyonunun arkasındaki iki isim gerek 28 Şubat sürecinde gerekse 27 Nisan sürecinde büyük günahlar işlemişlerdi. Önümüzdeki seçimler bu günahların hesabının da sorulmasına fırsat tanıyacak. Soylu’nun liderliğindeki DP yoluna devam edebilseydi belki de AK Parti için gerçek bir alternatif olabilirdi…
ZAMANIN RUHUNU OKUYAMIYORLAR
DP’yi ele geçiren yeni ekip, zamanın ruhunu okuyamıyor. 70’li yılların ideolojik ve politik yöntemlerini yeniden hayata geçirmeye çalışıyorlar. 21. yüzyılın küresel ve postmodern zemininde artık bunun mümkün olamayacağını göremiyorlar… “Muhafazakâr” AK Parti’yi “tutucu” bir ideolojiyle alt etmeye çalışıyorlar. Bu noktada, olup biteni doğru anlayabilmek için, muhafazakârlığın değişime açık, tutuculuğun ise değişime kapalı olduğunu hatırlamak gerekiyor. “Usta siyasetçi” olarak geçinen bu ekip Türk siyasetinin yeni yapısını da doğru okuyamıyor. Türk siyasetindeki değişimi doğru okumanın yolu bazen medyadaki değişimi doğru okumaktan geçiyor. Bu bağlamda, DP’ye gönül vermiş kitlenin gazete tercihi ile parti tercihi arasındaki ilişkiye dikkatleri çekmek istiyorum. DP’ye gönül vermiş büyük kitle -genel olarak merkez sağ- bir vakitler gazete olarak Tercüman’ı, parti olarak da AP’yi tercih etmişti. Daha sonraları gazete olarak Türkiye’yi, parti olarak da Özal’ın ANAP’ını tercih etti. En son dönemde ise gazete olarak Zaman’ı, parti olarak da Erdoğan’ın AK Parti’sini tercih etti.
DP’nin kaderi biraz Tercüman’ın kaderine benziyor. Tarih içinde çeşitli defalar DP’yi yeniden açmak isteyenler olduğu gibi Tercüman’ı da yeniden canlandırmak isteyenler oldu. Fakat sonuç hep hüsran oldu. Hülasa: Günümüzde yeniden yayınlanan Tercüman ne kadar eski Tercüman ise DP de o kadar eski DP’dir. Yeniden yayınlanan Tercüman ne kadar başarılı ise yeni DP de o kadar başarılı olacaktır… Özetle, yeniden yayınlanan Tercüman, günümüzde eski Tercüman’ın tam zıddı bir noktada yayın yapıyor; yeniden kurulan DP de eski DP’nin tam zıddı bir ideolojik zemine çekildi… DP’yi ele geçiren ekip, zamanın ruhunu doğru okuyamıyor; belki biraz da yaşlarının bir sonucu olarak konuya duygusal yaklaşıyor. Merkezin değiştiğini, makul çoğunluğun yeni bir makûliyet inşa ettiğini anlayamıyor. “Başörtülüler Arabistan’a gitsin!” diyen bir zihnin, sadece tarihi değil günümüzü de doğru okuyamadığı çok açık.
Merkez hep aynı yerde kalmaz; merkez zamana ve zemine göre değişir; her devrin makul çoğunluğu zamanın ruhunu yeniden okur ve merkezi o ruha göre yeniden inşa eder… Çok büyük saptırmalar/yanıltmalar olmadıkça, çoğunluk yanlışta birleşmez, çoğunluğun belirlediği merkez, makulün de merkezidir aynı zamanda… DP ile ANAP’ın birleşme görüşmeleri bağlamında ANAP’ın genel başkanı şöyle demiş: “Bu sıradan bir birleşme değil, merkezin inşasıdır.” Bunu bir temenni olarak söylediği kesin. Ama şunu göremiyor: Merkezi yukarısı değil aşağısı inşa eder; merkezi siyaset değil sosyoloji belirler. Sosyolojinin belirlediği şey, siyaset olur, siyasete dönüşür…
DP ile ANAP birleşmesine dair tek cümlelik bir yorum yeter: İki mevtanın birleşmesinden bir diri ortaya çıkmaz. Hakikat şudur ki; DP, 1961 yılında cunta tarafından kapatılmıştır/öldürülmüştür; ANAP ise 1989 yılında Özal’ın Çankaya’ya çıkmasıyla ruhunu kaybetmiş; 28 Şubat sürecinde de ölmüştür. Türlü niyetler ve türlü amaçlarla siyasî hırs peşinde koşanlar artık DP’yi rahat bıraksınlar. DP ölmüştür ve tarihe intikal etmiştir; “DP’yi yeniden dirilteceğiz” türünden eylem ve söylemler mezar soygunculuğundan öteye gitmemiştir, gitmeyecektir. Bırakın, DP mezarında rahat uyusun. DP’nin aziz hatırası için yapılacak en anlamlı eylem şu olmalıdır: 14 Mayıs, “demokrasi bayramı” olarak kabul edilmeli ve DP’nin mirasına sahip çıkan tüm partiler bu bayramı coşkuyla kutlamalıdır.
Zaman
08.06.2009