Generalleri darbe yapmak için gizli örgüt kurmakla suçlamak fazla anlamlı değil. Generaller sivil yöneticileri zaten sık sık uyarıyorlar, gizli kapaklı toplantılarda kendi aralarında konuşacakları her şeyi hükümet mensuplarının yüzüne karşı çekinmeden söylüyorlar, basın toplantıları yaparak açıklıyorlar, ya da Genelkurmay’ın internet sitesine koyuyorlar. Bu sebeple gazetelerin tefrika ettikleri darbe için gizli örgüt haberlerini kuşku ile karşılıyorum.
Çetin Doğan’ın Gizlisi Saklısı Yoktu
Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan 30 Ağustos 2003’te kadro tıkanıklığı sebebiyle emekli oldu. Kadro sorunu olmasaydı Çetin Doğan muhtemelen Kara Kuvvetleri komutanı, belki de daha sonra Genelkurmay Başkanı olacaktı. Orgeneral Çetin Doğan daha emekli olmadan, üzerinde asker üniforması varken Başbakan’ın yüzüne karşı şu sözleri söylemişti:
“…Başbakanım, tüm yaptıklarınızı ve amacınızı asker olarak iyi biliyorum. TSK’nın etkinliğini ortadan kaldırmayı, TSK’yı rencide etmeyi ve yönetim biçiminde köklü değişiklikler yapmayı planlıyorsunuz. Türk halkının AB sevdasını da arkanıza alarak bu yolda gidiyorsunuz. Günü geldiğinde bu yaptıklarınızın ayırdına varacak ve bunun hesabını soracak güçler mutlaka çıkacaktır. Bu, Türk halkının kendisi olacaktır. TSK, Türk halkının sahip çıktığı bir kuruluştur. Türkiye’nin laik yapısının bozulmasına izin vermeyecek güçler birlikte hareket edecektir. Gerekirse ordu-millet işbirliğiyle sonuç alınacaktır.” (Tercüman, 07.08.2003):
Cumhuriyet gazetesinin o zamanki yorumuna göre, Çetin Doğan Erdoğan’a açıkça “Ya bu tavrınızı değiştirirsiniz ya da sonuçlarına katlanırsınız” mesajını veriyormuş.
YAŞ’ta Orgeneral Çetin Doğan, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün ihraç kararlarına muhalefet şerhi koyacağını açıkladığı konuşması üzerine söz aldığında şunu söylüyor: “Sayın hükümet adeta Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin duyarlılıklarına karşı meydan okuma tavrı içinde. …” 1. Ordu Komutanı’nın ardından başka bazı orgeneraller de çok kısa konuşup “Doğan Paşa’nın söylediklerine aynen katılıyoruz” diyorlar. Sonra Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman söz alıyor. O da sinirli ve sert bir üslupla Başbakan Erdoğan’ın gözünün içine bakarak diyor ki: “Benden önce konuşan sayın orgenerallerin değerlendirmelerine aynen katılıyorum. Hükümetle Türk Silahlı Kuvvetleri arasında derin bir güven bunalımı vardır…” (Vatan, 05.08.2003)
Herhalde, demokrasiden söz edilen bir ülkede böyle bir konuşma söz konusu olamaz. Olsa da o komutanlar ertesi günü beklemeden görevden alınırlar. Bizim başbakanlarımız ise bu türden konuşmalara karşı hiçbir şey olmamış gibi davranma alışkanlığına sahipler.
Hurşit Tolon da Açık Konuşmuştu
Bu çeşit konuşmaları Başbakanın yüzüne karşı söylemek suç değil, ama telefon dinlemelerine takılırsa olmayacak bir şeymiş gibi karşılıyoruz. Ya da, muvazzaf askerler yaparsa saygıyla karşılıyoruz da, artık orduevindeki garsonlardan başka kimseye emir verecek durumda olmayan emekli subaylar konuşursa savcılar harekete geçiyor.
Ege Ordu Komutanı Orgeneral Hurşit Tolon, İzmir’in Karaburun İlçesi Eğlenhoca Köyü’nde köylülere yaptığı konuşmada, “Bağımsız Kürdistan’ın arkasında İngiltere var. Laikliği yıkıp yerine şeriatı getirmek isteyenler var. Kim diyebilir böyle bir tehlike yok diye. Domuz bağıyla bağlananları ben mi bağladım? Kıbrıs yavru vatandır. Kimin toprağı kime verilecektir. Bu ülke güzel insan yetiştirirdi. Artık hain de yetiştiriyor. Eee yoksa ver kurtul diyen hain değildir de nedir? Bu ulusun çocukları bir çakıl taşını kimseye vermeyecek. Biz nöbetteyiz” diyor (Vatan, 18.01.2004).
Bu sözler elbette Eğlenhoca köylülerini ilgilendirmiyordu. Hurşit Tolon askeri ilgilendirmeyen, yaptığı görevle ilgisi olmayan her konuda ülkeye nizam veriyor, dış politikayı belirliyor, Kıbrıs sorununun barışçı yollardan çözülmesini isteyenleri hain ilan ediyor, hükümeti tehdit ediyor.
Aslında Hurşit Tolon’a o gün, ne oluyorsun, bunlar senin görevinle ilgili değildir denmeli ve o gün görevden alınmalıydı. Ne zaman Tolon Paşa emekli oldu, silahını teslim etti, darbe hazırlığı yapmakla suçlanarak tutuklandı ve yargılanıyor.
Gizli Örgüt Bildirisi Değil Genelkurmay Bildirisi
“ … Son günlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, TSK tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, TSK bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur. Ayrıca, TSK yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır, gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir. / Özetle, Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün, “Ne mutlu Türküm diyene!” anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır. /TSK, bu niteliklerin korunması için kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu kararlılığa olan bağlılığı ile inancı kesindir.”
Bu bildiri bir gizli örgütünün hazırlayıp gizlice dağıttığı bir bildiri değil. 27 Nisan 2007’de Genelkurmay’ın internet sitesinde yayınlandı. Bildiriyi yazan da o zamanın Genelkurmay Başkanı. Bu bildiriyi yayınlayanlar emekli subaylar, ya da aşırı uçtaki dernekler, ya da sivil toplum kuruluşları değil, elinde tankları fantomları olan, istediği zaman yönetime el koyma imkânlarına sahip olan, maaşları ve donanımları devlet tarafından karşılanan Türk Silahlı Kuvvetlerinin başında bulunan insanlar.
Yukarıdaki bildiriye yayınlayanlar hakkında hiçbir işlem yapılmadı. İktidardakiler son bir cesaret göstererek bu bildiriyi onaylamadıklarını söylediler, ama başkaca da bir şey yapmadılar.
Bunlar hakkında hiçbir şey yapılmazken, emekli yüzbaşıların telefon konuşmalarından darbe tehlikesi üretmek, komik değilse, nedir? Bu sözleri TSK’nın internet sitesinde yayınlamak suç olmuyor da, cep telefonunda konuşmak mı suç oluyor?
Neden ve Kimden Çekiniyorlar ki, Gizli Örgüt Kursunlar?
28 Şubatta Generaller sivil yönetimden çekinmek bir yana, basında Genelkurmay’da ışıklar geç saatlere kadar yanıyor, bir hazırlık var diye başlıklar çıkmasını, darbe olacakmış havası esmesini bizzat kendileri istiyorlarmış.
28 Şubat’ın Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya anlatıyor (Hürriyet, 02.04.2001): “ Deniz Kuvvetleri’nde bir er [Batı Çalışma Grubunun hazırlıklarını] Çiller’e ulaştırmış. O da ‘Bak ihtilal oluyor’ diye korkutmak için Erbakan’a, Erbakan da Cumhurbaşkanı’na göstermiş. Genelkurmay Başkanı durumu bana bildirdiğinde, kendisine ‘Galiba maksadımıza nail oluyoruz, bizim ihtilal yapmak niyetimiz yok, ama hükümet çevrelerinde bu korku ve kanaatin uyanmış olması işimizi kolaylaştıracaktır. Büyük olasılıkla Erbakan seçime gidilsin diyerek koltuğunu Çiller’e devretmek üzere görevi bırakır. Demirel de hükümeti kurmak görevini Çiller’e değil, Mesut Yılmaz’a verir’ dedim. / Davranışımızı aynen sürdürdük. İhtilal olacakmış havası esmeye başladı. Erbakan o baskı ve korkuyla başbakanlıktan istifa etti.”
Eski Deniz Kuvvetleri Komutanına ait olduğu iddia edilen darbe günlüklerinde de aynı görüşler tekrarlanıyor. Genelkurmayda Genelkurmay Başkanı’nın önünde yapılan toplantıda Orhan Yöney, “AKP’nin iktidar olmasına rağmen muktedir olamadığı halka gösterilmelidir. Bu yönde eylemler yapılmalıdır” diyor. Aynı toplantıda Özden Örnek, “Askerin söylediği yapılır ama bunun nedeni vardır. Zira askerin elinde silah vardır ve bu silah askere bazı manevra yetenekleri verir. Silahımız bizim caydırıcılığımızdır. Bu nedenle ‘ben silahımı kullanmayacağım’ diye açıklamalar yapmamalıyız.’ “
Şimdiye kadar da hiçbir ordu mensubuna da, niye böyle yapıyorsun, suç işliyorsun diyen de olmadı. Generallerin görev yaparken hiç kimseden çekinmeden yaptıkları ve söyledikleri için emekli olunca hesap soruluyor. Yapılan işin yasal yönü beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren ahlaki yönü ve bu tutum hiç de ahlaki bir şey değil.
05.02.2010