CHP’de esen Kılıçdaroğlu rüzgarı, acaba sahiden de “yeni bir dönem” başlatacak mı dersiniz?
Önce işin evveliyatına bakalım.
CHP, mâlum, serbest seçimlerle arası pek iyi olan bir parti değildir. Hatta kurulduktan sonra yaptığı ilk radikal iş, serbest seçim imkanını ortadan kaldırmak, yani 1925’teki Takrir-i Sükun Kanunu’yla birlikte kendisinden başka tüm partileri yasaklamak olmuştur.
Ondan sonraki çeyrek yüzyıl boyunca da “CHP + tek parti rejimi = iktidar” formülü işler.
Ortada başka parti olmayınca CHP haliyle hep iktidarda kalır!
1946’da kerhen kabul ettiği “çok partili sistem” (yani demokrasi) ise CHP’ye yaramaz. Demokrat Parti’ye karşı üst üste üç seçim kaybeder.
Ama CHP yaratıcıdır. Çok geçmeden yeni bir formül bulur: “CHP + ordu = iktidar”.
Bu, 27 Mayıs 1960’ta kusursuz şekilde işler. Formülde üzerine düşeni yapan “ordu”, iktidarı meşru sahiplerinden gasp edip, altın bir tepsiyle CHP’ye sunar.
70’li yılların CHP’sinde ise, rahmetli Ecevit’le başlayan bir “sosyal demokrat sapma” yaşanır. Ecevit, “ordu”yu atıp yerine “sol”u ekler ve böylece geniş halk kesimlerinin desteğine kavuşur.
Ancak filmi ileri sarıp “Baykal CHP’si”ne gelince, “CHP + ordu” formülünün dirildiğini görürürüz. Yani Deniz Bey’in CHP’si, geçmişindeki “sosyal demokrat sapma”dan kurtulmuş, titreyip özüne dönerek yeniden “devlet partisi” olmuştur.
Fakat ortada bir sorun vardır. 2000’lerin Türkiyesi’nde “CHP + ordu” iyi bir sinerji yaratsa da “iktidar” sağlamamaktadır. Çünkü artık ordu eskisi gibi darbe yapamamakta, klasik vesayetini bile zar-zor korumaktadır.
Zaten bu yüzden de CHP’nin klasik formülü biraz revize olur. Artık “CHP + ordu + yüksek yargı = sert muhalefet”tir günün kuralı.
Hatta, son anayasa değişikliği paketinde gördüğümüz üzere, “CHP + ordu + yüksek yargı + MHP + Abdullah Öcalan ve evet-efendimcileri” diye dahi genişleyebilir bazen formülün bir tarafı.
Muhalefet edilen şey ise, dikkatinizi çekerim, sadece iktidar partisi değil, aynı zamanda onun ağır aksak da olsa iteklediği “demokratikleşme” sürecidir.
Fakat tüm bu seferberlik, yine de “iktidar”a ulaşmaya ve onu halen elinde tutan partiyi tepelemeye yetmemektedir.
İşte Kılıçdaroğlu’nun CHP’si, sanırım bu tıkanıklığı aşmaya çalışacak. Rahmetli Ecevit’in 70’lerde başardığı “sosyal demokrat sapma”yı belli ölçüde ihya ederek, “CHP + sol = iktidar” formülünü deneyecek.
Eğer Deniz Baykal’ı yerinden eden “kaset komplosu”nu kotaranlar, tüm bunları hesaplayıp öngörmüşlerse, bayağı akıllı olmalılar.
Ama yine de çok şanslı olduklarını düşünmüyorum.
Çünkü Kılıçdaroğlu dürüst ve ilkeli bir adam olsa da, Ecevit’in 70’lerde başardığı “tek parti geçmişiyle hesaplaşma”yı tekrarlayacak gibi durmuyor. Başındaki “kasket”e rağmen, öyle “ideolojik” bir değişim vaad etmiyor.
Dahası 70’ler CHP’sinin yelkenlerini şişiren “sol rüzgar”ın aynısı bugün ne dünyada var ne de bizde. Öte yandan “sol” deyince bugün sadece “emekçinin hakkı” değil, demokrasi, kültürel haklar ve özgürlükler de akla geliyor. Bu alanlarda (örneğin Kürt meselesinde, din özgürlüğünde, azınlık haklarında) Kılıçdaroğlu açılım yapar mı, yapsa partide çatlaklara yol açar mı, belli değil.
E • büyük koz gibi öne sürdüğü “ekonomi”de ise, popülizm dışında ne vaad ettiği belirsiz. Neyse, biz yine de Kılıçdaroğlu’na “hayırlı olsun” deyip başarılar dileyelim.
Onun çağrıştırdığı “CHP + sol” formülünün, “CHP + ordu”dan çok daha iyi olduğuna kuşku yok.
Star, 24.05.2010