Bir ahlak filozofu olan Adam Smith, toplumu bir arada tutan ahlaki normların insanların “sempati” duyma yeteneğinden kaynaklandığına inanır. Smith, ancak başkasının acısını, sevincini, kızgınlığını, takdirini sanki kendi yaşıyormuş gibi hisseden bireylerin ortak sosyal kurallar yaratabileceğini iddia eder. İnsanı insan yapan, her şeyden önce başkasının acısını kendi acımızmış gibi yaşayabilmekten geçer. Sempati duygumuz tarafsız bir gözlemci gibi bizi doğru olanı yapmaya zorlar.
Charlie Hebdo dergisi yayınladığı son karikatürüyle sempati duygusunun olmadığını ispatladı. Üç yaşındaki Aylan bebeğin Bodrum sahiline vurmuş bedenini gösterip, “büyüyünce zaten tacizci olacaktı” demekten utanmadı. Çünkü insanlığını kaybedeli çok olmuştu. Üstelik Charlie Hebdo kendi ahlak dışılığını ve acımasızlığını, mültecilerin ahlaksızlığımıymış gibi gösterererek Engizisyon mahkemesi gibi çalışmaktan da geri durmadı. Hümanizm, merhamet, hoşgörü ya da masumiyet karinesi… Medeniyeti kuran hangi ilke varsa, Charlie Hebdo’nun sayfalarında adi bir kolektivizmin kurbanı oldu.
Göçmenler ve Suç Oranları
Carlie Hebdo’nun ırkçılığı şüphesiz boşlukta ortaya çıkmadı. Mülteci krizi başladığından beri Avrupa basını suç oranlarının tavan yapacağı propagandasını yaymakta bir hayli mahir ve istekli. Batılı hükümetlerin Ortadoğu’da akıtılan kanda taşıdığı sorumluluk, mültecilere karşı geliştirilen nefret söylemi ile örtbas edilmeye çalışılıyor. Göçmenlerle ilgili ekonomik safsatalar ve çoğunlukla gerçek dışı suçlamalar, Avrupalıların korkularını büyütmek için servis ediliyor.
Neyse ki Avrupa ve Amerika’nın tek yüzü bu değil. Amerikalı ve Avrupalı pek çok akademisyenin göçmenler ve suç oranları üzerine yaptıkları araştırmalar, göçmenlerin suç oranlarını yükselttiğine dair algıyı yalanlıyor. Özellikle Latin Amerikalıların yoğun yaşadığı şehirlerde 1980’lerden beri yapılan araştırmalar, “yerliler”in “göçmenler”den iki ila beş kat daha fazla suça bulaştıklarını ortaya koymuş durumda. 2015’in sonunda Almanya’da yapılan bir araştırma göçmenlerin suça karışma oranının yerli Almanlarla aynı seviyede olduğunu gösteriyor. Türkiye’de de durum farklı değil. Her on bin Suriyeli göçmenden sadece otuz üçünün adli olaylara karıştığı tespit edilmiş durumda.
Yani mültecilerin şiddete eğilimli olacakları ya da suça yerlilerden daha fazla bulaşacakları propagandası gerçeklerle uyuşmuyor. Üstelik istatistikler göçmenlerin işe girme oranlarının yerlilerden daha yüksek olduğunu da göstermekte. Hatta Amerika’da göçmenlerin yüzde otuzunun kendi işlerini kurma eğilimi gösterdikleri görülmekte. Yaşamak ve üretmek için fırsat verildiğinde göçmenlerin topluma adapte olmak için yerlilerden daha fazla çaba harcadıkları neredeyse evrensel bir eğilim.
Çalışma İzni
Şüphesiz bu istatistikler ve araştırmalar yabancı bir ülkede yaşamalarına fırsat verilmiş göçmenler hakkındaki gerçekler. Hiç bir sosyal güvencesi olmayan, yarını görmekten aciz, her gün korkuyla yaşayıp kendisine ve ailesine ufak da olsa bir fırsat yaratmaya çalışan mültecilerin suça sürüklenmeleri daha kolaydır. Hele ki mülteci kamplarında yaşanan insanlık dışı muamelerin mültecileri daha da ötekileştirmesi son derece normaldir. Avrupalı hükümetler bir an önce korkularından sıyrılıp, mültecilerin kalıcı oldukları gerçeğiyle yüzleşmek zorundadırlar.
Bu bakımdan Türkiye’nin mültecilere çalışma hakkı tanımak için çalışmalara başlamış olması son derece sevindiricidir. İki buçuk milyon mültecinin hayatını kurtarmış olan Türkiye’nin bu konuda da Avrupa’ya örnek olacağını ümit ediyorum.
Yeni Yüzyıl, 16.01.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/charlie-hebdo-ve-multeciler-944