Cevabını Bulamadığım Sorular

Biz liberaller için devlet, sürekli dikkat edilmesi, bireyin ve piyasanın lehine özgürlük yontulması gereken bir yapıdır. Bazı liberallere göre olmaması gereken bir kötü, bazı liberallere göre de katlanılmak zorunda olunan kötülüktür.

Son 3 yılda üzerimizden geçen insan veya doğa mahsulü felaketler, sırasıyla (ne sunî ne tabiî) pandemi, (sun’i) ekonomik türbülans ve asrın felaketi (tabiî) deprem süreci gösterdi ki devlet, gerçekten katlanılması gereken, onunla da onsuz da olmayan bir kötüdür.

Örneğin, insan aklının değil ama insan faaliyetinin sonucu olduğu (yarasa eti yeme kültürü) söylenen pandemi sürecinde sokağa çıkma yasaklarıyla kendini gösteren ama biz liberallerin bile ağzını açıp pek bir şey diyemediği “özgürlük ihlâli”, devlet sayesinde uygulanabildi. Çünkü biz devleti, dış savunma, iç güvenlik ve adalet hizmetinden başka bir iş yapmaması, geri kalan bütün alanı bireylerin faaliyetlerine bırakması gereken bir organizasyon olarak görüyorduk. Ama devlet tarafından, en temel seyahat özgürlüğünün bu ihlâli sayesinde pandemiyi mümkün olan en az sürede atlatma imkânı bulduk. Hatta bazen, herkesi aşı yapmaya zorlaması gerektiğini bile düşünme noktasına kadar geldik. Yine pandemi sürecinde devlet, kısa çalışma ödeneği gibi uygulamalarla işsizliğin önüne geçmeye çalıştı. Yani işletmelerin işçi çıkarmasını teşvikle önledi. Şayet bu uygulamayı yapmasaydı, yani bizim her zaman ilk sırada savunduğumuz serbest piyasa koşulları tam olarak uygulansaydı, yani her şey piyasanın işleyişine bırakılsaydı işsizlik sorununun başımıza neler açacağını kestirebiliyor muyuz?

Aynı dönemde devlet, piyasadaki talebin artmasıyla astronomik fiyatlara yükselen maske için “herkesin maskesini ben dağıtacağım, maske satmayı yasaklıyorum” gibi akla ziyan uygulamalara da başvurdu. Tabiî ki tam beceremedi, belki eline yüzüne bulaştırdı. Biz de o zaman buna karşı çıktık.

Pandeminin peşinden, ülkece, bu sefer insan aklının sonucu başka bir karanlık döneme girdik. Yine aynı devlet, önceki dönemdeki düzenleyici rolünün hızını alamayıp, faiz indirimleri ve yeni bir ekonomik model uygulama gerekçesiyle piyasanın bütün işleyişini bozdu. Öngörülmez bu ortamın sonucunda araba, konut, gibi dayanıklı tüketim malları ve gıda fiyatları, kiralar ulaşılamaz, akıl almaz boyutlara uzandı. Hatta ikinci el araba fiyatları, sıfır araba fiyatlarını katladı. Devlet, pandemi döneminde eline aldığı ve göreceli bir başarı sağlayan düzenleme görevini bu sefer farklı bir yolla tekrar yapmaya kalktı. Araba sahiplerine, arabayı 6 ay, 1500 km. satamama, kiralara %25’ten fazla zam yapamama, marketlere baskınlar yapıp cezalandırma gibi çözüm yolları aradı. Bunların hiçbiri biz liberallerin kabul edemeyeceği uygulamalardı.

Henüz bu iki afetin şokunu atlatamadan, bu sefer, çok büyük bir tabiî afetle karşı karşıya kaldık. Deprem 04.17’de oldu. Adeta tüm Türkiye 04.18’de “devlet nerede?” diye sordu. Yani yine geldik katlanılması zorunlu kötülüğe olan ihtiyaca. Arama-kurtarma, enkaz kaldırma, çadır kurma, yemek verme, konteyner evler kurma, kalıcı konut yapma, depremzedelere nakit yardımı yapma, taşınma ve kira yardımı yapma gibi ihtiyaçlarımızda hep devleti aradık. Burada da devletin sosyal olma fonksiyonu öne çıktı. Bizim pek hoşlanmadığımız geniş sosyal devlete en çok ihtiyaç duyduğumuz bir durumla karşı karşıya kaldık.

Hemen peşinen, bütün bunları özel kurumlar, vakıflar yapabilir gibi romantik cevaplar bu ortamda kimseyi tatmin etmez. Devletin eli olmadan ya da hesap soracak bir muhatap olmadan bu felâketin ateşi soğumaz. Özel kurumların hesap verme gibi bir yükümlülüğü yok. Ama canı acıyan halk, ateşinin düşmesi için hesap sormak istiyor. Hesap sorulacak kurum da devlettir. Yani mutlaka en önde rolü olması gereken kurum.

Ama şimdi başka bazı sorular ortaya çıkmaya başladı. Benim kafamı kurcalayan sorular bunlar. Örneğin, bir sitedeki kedileri kurtarmak için bir başka vilayetten, ücreti anlaşılarak getirilen vinç sahibinin, “paramı vermiyorsanız ben giderim” sözüne karşı valinin (devletin) “kedileri kurtarmadan bir yere gidemezsin” demesine biz liberaller ne diyeceğiz? Başka şehirlere giden depremzedelerin çokluğu karşısında, ev sahiplerinin kiraları 4 katına çıkarmasına, arz-talep, nedret-bolluk perspektifinden bakan biz liberaller nasıl bir izah getireceğiz? Aynı ev sahiplerinin devlet tarafından belirlenip ceza yazılmasına, özel mülkiyet ve piyasa taraftarı liberaller olarak, bu ortamda ses çıkarabilecek miyiz? Konteyner ev ihracatının yasaklanmasına, özel mülkiyet ve serbest piyasa açısından ne söylenebilir? Ama aynı kısa dönemde konteyner fiyatlarının 10 katına kadar yükselmesine “liberal bakış” açısıyla bir makale yazabilir miyiz?

Evet, tabiî ki, ticarette, “biraz ahlâk, biraz insaf, biraz vicdan” gibi beklentilerin bir yeri olmadığını biliyoruz. Fiyat artıranlar için “fırsatçı, menfaatçi, tamahkâr” yaftalarını da zinhar reddediyoruz. Devletin yakalayıp ceza kesme tehdidinin de bir işe yaramayacağını biliyoruz. Fakat böyle bir mağduriyet ortamında, “o evin kirası yüksekse başka ev tutsun” diyebileceğimiz, arzın bol olduğu, talep edenin de çok rahat olduğu, çok da gönüllü alışveriş ortamı bulunmadığına göre, “isteyen istediği fiyatı koyar, beğenmeyen almaz” diye dilimize pelesenk olan o retoriğimiz burada da geçerli olacak mı? Yoksa geçici bir dönem için devletin yaptıklarına onay mı vereceğiz?

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et