Cemaatlere ve hükümetlere dair

Niye cemaattekiler açık kimlikleriyle konuşmuyorlar?”

Bu soruyu soranlar hangi kantonda yaşıyorlar bilmem, ama bu ülkede sosyolojik bir realite olan cemaatler ve tarikatlar hala yasak. Yunus Emre Cumhuriyet Türkiye’sinde yaşasaydı, İstiklal Mahkemesi tarafından asılır ya da en azından tarikatçılıktan hapse atılırdı. Dini ayin yapıyor diye Mevlana’yı da jandarma basardı. Mevlevilik Tarikatı -bugünkü “turistik cevaz” da olmasa- hala yasak. Alevi Dergahları da öyle.

Dolayısıyla kabahat kitabın ortasından konuşamayanda değil, konuşturmayanda…

Hukukun egemen olduğu bir sosyo-politik düzende, cemaatlerin varlığı normal, faaliyetleri meşrudur. Onu yasaklamak anormal ve gayrimeşrudur.

Gülen Cemaati için de geçerlidir bu, laik cemaatler için de.

Yarın havanın değişmesi halinde, ki bu ülkede çok sık olur bu, “gel bakalım” denmeyeceğinden emin değiller. Bu yüzden de aidiyet atfetmek yerine, kendilerini daha çok “yakın olarak bilenen” şeklinde tanıtıyorlar.

Anlaşılabilir bir kaygı bu.

Ama yine de bu durum, sivil toplum için “muhatap bulma” ihtiyacının önemini kaldırmıyor. Özellikle de bugünkü krizde olduğu gibi, Gülen Cemaati adına konuştuğu düşünülen bazılarının, sosyal medyada fazlasıyla iddialı laflar ettikleri bir ortamda…

***

Cemaatlerle devlet ilişkisine gelince…

Devleti babalarının malı olarak görüp ona “Fethullahçı sızma”dan şikayet edenleri geçelim.

Bugün modern devlet, en demokratik formuyla dahi, içinde yer aldığı toplumdaki güç ilişkilerinden bağımsız değildir. Tersine, o ilişki ve dengelerini bünyesinde taşır ve ondaki değişmelerden etkilenir.

Yeni gelişen sosyal güçler, demokratik kanallar açık olduğunda o koalisyonda kendilerine yer bulur, taşlar yerinden oynar ve sonra yeniden oturur. Bugün de yaşanan bu.

Devleti “ele geçirme”ye gelince…

Türkiye’de devlet, basitçe herhangi bir grubun tek başına ele geçirebileceğinden çok daha karmaşık bir ilişkiler ağıdır. Öyle ki, ona hakim olanların içinden, çok kısa bir süre sonra, başka bir grup süzülüp çıkar ve belirleyici olur. Darbe yapıp “devlet”e el koyduğunu düşünenler için bile böyledir bu. Güç temerküzünü onun alternatifi izler ve yeni bir denge oluşturur.

Kısacası, eski sözdeki gibi, mahkeme kadıya mülk olmaz.

Devlette eski olan sosyal gruplar, bu işleyişin farkındadır. Örneğin Masonlar, sosyal karşılıkları çok zayıf olmasına rağmen bürokraside hala etkili iseler, bunun bir sırrı da burada olmalı. Gülen Cemaati de yeni bir sosyal hareket olarak bunu öğrenme yolunda.

***

Beni asıl ilgilendiren, demokratikleşme sürecinin kesintiye uğramaması.

Çünkü Ergenekon Devleti henüz geride kalmış değil.

İş çevreleri, asker ve sivil bürokratı, medyası ve derin cinayet şebekesiyle o

devlet, bugün geriletilmiş olsa da, gücünü büsbütün kaybetmedi ve iktidarı yeniden halktan geri almak için bekliyor.

Ve onun tasfiyesi için gerekli hukuki altyapı ve kurumsal düzenlemeler akıl almaz biçimde geciktirildiği için de dönüşünün yolu hala açık.

Dolayısıyla, bugünkü krizi çözmek için atılacak adımların, yapılacak hukuki düzenlemelerle, atama ve görevden almaların sonuçları iyi hesaplanmalı, eski devleti nüksettirecek veya domino etkisiyle onun katillerinin önünü açacak düzenlemelerden kaçınılmalı.

Hükümetin çevresinde, yargının yetki aşımına kızıyormuş gibi yaparak, fırsattan istifade derin devlete can suyu anlamına gelecek düzenlemeler önerenler var.

Onlara da itibar edilmemeli.

***

Bu ülkede birbirine hiç benzemeyen kesimlerden pek çok kişi ve grup, bürokratik oligarşinin aşılması için olağanüstü büyük özveri gösterdi. Canını ortaya koyup, vesayeti aşmanın koşullarını birlikte inşa etti.

Şimdi ilk kez, kendi vatandaşının kanıyla dönen o uğursuz devlet çarkını aşıp, iyi kötü demokratik bir hukuk devletine ulaşmaya en yakın olduğumuz yerdeyiz.

Bu süreci heba edecek bir çatışmaya değil, demokrasiyi derinleştirmeye  ihtiyacımız var.

 

Star, 23.02.2012

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et