Cafer Solgun – CHP arşivlerini açsın Dersim 38’i açıklasın

Hatırlanacaktır, geçen yıl 10 Kasım günü “demokratik açılım” gündemiyle toplanan Meclis Genel Kurulu’nda CHP’li Onur Öymen’in yapmış olduğu konuşma nedeniyle Dersimliler ve Alevi toplumu ayağa kalkmıştı. Söz konusu tarihte, CHP Genel Başkan Yardımcısı sıfatıyla Bursa Milletvekili Onur Öymen, Kürt sorununu demokratik, barışçıl yöntemlerle çözmek iddiasıyla hükümet tarafından gündeme getirilen “demokratik açılım” projesini eleştirirken, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Yozgatlı anne ile Hakkarili annenin gözyaşları arasında ayrım yapamayız” şeklindeki sözlerine, “Dersim’de ‘analar ağlamasın’ denildi mi?” diyerek cevap vermişti. Bu sözler, sadece Aleviler ve acıları onarılmayan Dersimliler tarafından değil, sağduyusunu yitirmemiş herkes tarafından tepkiyle karşılanmış, Öymen’i Hitler’e benzeten posterlerle yurt çapında protesto gösterileri yapılırken, CHP örgütlerinden de kitlesel istifalar gündeme gelmişti.

Seyit Rıza ve arkadaşları…

Niyetim geçen yıl bu zamanlar meydana gelen bu gelişmeyi hatırlatmak değil; 1937 yılında 14 Kasım’ı 15 Kasım’a bağlayan gece, dünyada bir eşi benzeri daha zor bulunur bir mahkeme kararı çıkartılarak Elazığ Buğday Meydanı’nda idam edilerek öldürülen Seyit Rıza ve 6 arkadaşı nezdinde Dersimlilerin maruz kaldığı vahşeti hatırlatmak da değil sadece… Ama Onur Öymen’in “Merdi Kıpti şecaat arz ederken sirkatin söyler” sözünü hatırlatan bazı sözleri var ve bu sözler, tepki ve protestolar arasında gölgede kaldı. Oysa Öymen’in tepkilere cevap olsun diye sarf ettiği bu sözler, en az tepkilere neden olan sözleri kadar önemliydi. O günlerde katıldığım bir TV programında Öymen’in bu sözlerine kendi adıma bir çağrıda bulunarak karşılık verdim, ama çağrıma o gün bugündür bir karşılık alabilmiş değilim…

Unutmadık, unutmayacağız

Mümkündür ki sayın Öymen “balık hafızalı” bir toplum olduğumuzu düşünmektedir. Ama Halep oradaysa arşivler de buradadır ve “gereği” yapılana kadar da o arşivler yarası olanı gocundurmaya devam edecektir. “Yüzleşmek” gereken konularda “balık hafızalı” olmayı hiçbirimiz kabul edemeyiz, etmemeliyiz…

Öymen, bir “ayrıntı” olarak gölgede kalan o sözleri, 16 Kasım 2009 günü eleştiri ve protestoları yanıtlamak üzere mülakat yaptığı Akşam gazetesinden Özlem Çelik’e söylemişti. Söz konusu mülakatta, “Beni Hitler’e benzetmelerini kabul etmiyorum” diyen Onur Öymen, “Biz kimseyi üzmemek için bildiklerimizi kendimize saklıyoruz. Kimseyi rencide etmemek için tarihi kurcalamıyoruz. (…) Efendim, biz orada kimin ne yaptığını anlatmıyoruz. Atatürk ne dedi yaşananlarla ilgili, söylemiyoruz. Hiçbir şey bilmiyoruz anlamına gelmiyor bu. Biz bu kadar dikkatli davranacağız, bizi Alevi düşmanı ilan ederek bize karşı oyun oynayacaksınız! (…) Hayır, ben bildiklerimi söylemeyeceğim” demişti…

Öymen’in bildiği ne?

Sayın Onur Öymen’in, Dışişlerimizin “monşer” ekolünden gelen bir diplomat olduğu biliniyor. Bu nedenle kendisi kadar “incelikli” bir diplomatik üslup tutturamaz isem, peşinen eksikliğimi kabul etmiş olarak kendisine seslenmek istiyorum.

Sayın Öymen, siz Dersim 38’i mensubu olduğunuz partinin arşivlerinden veya okuduğunuz mekteplerde size öğretilenlerden biliyor olmalısınız. Hayatınızda Sivas’tan öteye adım attığınızı sanmıyorum. Dahası “halk” kavramıyla bütün ilişkinizin de partinizin adında geçtiği kadar olduğunu düşünüyorum. Neden mi? Çünkü, siz kime ne satıyorsunuz Allah aşkına? “Kimseyi üzmemek için bildiklerimizi kendimize saklıyoruz” derken, birilerinin sizin hakkınızda “ne anlayışlı adam” filan diye düşüneceğini mi sandınız?

Biz o katliamın çocuklarıyız! O katliamdan hasbelkader analarının fistanlarının altında, babalarının sakladıkları ağaç ve kaya kovuklarında gizleyerek kurtarabildikleri bir kuşak olarak yaşıyoruz. Her birimiz o katliamın hikayeleriyle büyüdük. Kişiliklerimizi, ruhlarımızı sakatladınız! Yıllarca Dersimli oluşumuzu, Alevi oluşumuzu, Kürt oluşumuzu saklayarak yaşamak zorunda kaldık biz… Siz bu basit cümlelerle ifade edilen gerçeklerin ne demek olduğunu biliyor musunuz? Ne “üzüntüsünden” bahsediyorsunuz siz? Bugüne değin Dersimliler olarak konu her gündeme geldiğinde “Genelkurmay arşivleri açılsın” talebimizi dile getirdik. Anlaşılan eksik yapmışız; bundan böyle “CHP arşivleri açılsın, açıklansın” da diyeceğiz. Ne var arşivinizde? Atatürk Dersim’de yaşananlarla ilgili bizim bilmediğimiz ne dedi? “Söylemeyeceğim” dediğiniz bildikleriniz nelerdir? Bu bildiklerinizi hangi sıfatla, nasıl bilebiliyorsunuz? Sizi herhangi bir TC yurttaşından ayrıcalıklı kılan nedir? Bildiklerinizin kaynağı kişisel arşiviniz mi, yoksa benim tam da dosdoğru anladığım gibi partinizin arşivi mi?

CHP’yi en iyi Aleviler ve Kürtler tanır

Malum, CHP “devlet gibi parti”dir ve bunu da en iyi Kürtler ve Aleviler bilirler. Bunun nedeni de “tek parti” diktatörlüğünü en yalın ve çırılçıplak haliyle Kürtlerin, Alevilerin yaşamış, tanımış olmalarıdır elbette. “Tarihi kurcalamayalım” yaklaşımı yaşadığımız hiçbir sorunu ortadan kaldırmıyor, aksine daha da ağırlaştırıyor. Bunun açılımını Dersim… Dersim… adlı kitabımda yaptım. (Dersim… Dersim… Yüzleşmezsek Hiçbir Şey Geçmiş Olmuyor, TİMAŞ, 2010)

*) Dersim realitesini bütün boyutlarıyla öğrenmek istek ve çabasında olanlar için. Bizim kendi sorunlarımızı, geçmişimizi, acılarımızı konuşmaktan yana utanç duyacağımız, “rencide” olacağımız herhangi bir gocunan yaramız yok. Ama aynı şeyi CHP için söylemek çok da kolay değil…

Çünkü kendisini “cumhuriyeti kuran parti” olarak lanse eden (tarihi bir olguyu çarpıtmak kimin haddine, gerçekten de öyledir) CHP, özellikle “tek parti” yılları boyunca, yani cumhuriyeti kurarken, inşa ederken, her türlü muhalefeti ezip bizleri “sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitle” haline getirirken, izlediği politika ve uygulamalarla halen yüzleşebilmiş değildir. Bu ara “değişim” ve “yenilenme” çabası içerisinde olduğu söylenen CHP’de sahici bir “değişim” ve “yenilenme”, “tek parti” anlayışıyla yüzleşmeden nasıl mümkün olabilir?

Tam da bu noktada, muhtemelen siyasi pozisyonu itibarıyla “Dersim”den ziyade “Tunceli” üslubunu kullanmaya özen gösteren sayın Kemal Kılıçdaroğlu için de hatırlatmalarım var. Kılıçdaroğlu, Onur Öymen’in sözlerine tepkilerin çığ gibi büyüdüğü günlerde babasının vefatı dolayısıyla bulunduğu Tunceli’de, basına “Onur Öymen gereğini yapmalıdır” şeklinde bir demeç vermişti. Ancak Ankara’ya dönünce amiyane tabirle bu sözleri kendisine “yutturulmuştu”. Bu durumda kendisinin “gereğini” yapması gerekiyordu; dürüst ve Dersimli bir siyasetçi olarak… Ama o, kendisini enteresan bir şekilde CHP’nin başına getirecek olan yolda yürümeyi tercih etti.

Çağlayangil’in son arzusu

Sahici bir değişimin CHP açısından nasıl mümkün olabileceğini yukarıda yazdım: Tek parti dönemiyle, tek parti anlayışıyla ve bir bütün olarak Kemalizm’le yüzleşmek… Bu, daha somut şekilde söylenecek olursa, CHP’yi sola ve halka yakınlaştırmak çaba ve iddiası için de aynen geçerli bir şarttır. CHP’de yenilenmenin şaşmaz ölçü ve ölçütü budur.

Bu ölçü ışığında Dersim 37-38 ile ilgili belgelerin açıklanmasını Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan’ı olduğu CHP’den istemek daha da doğal bir hakkımız oluyor. Çünkü kendisi her ne kadar dillendirmeyi pek sevmese de, Dersimlidir. Sırf bu yüzden Dersimlilerin ve Alevilerin ilgisine mazhar olmaktadır. Dahası, İhsan Sabri Çağlayangil’in “Dersimlileri fare gibi öldürdük” dediği görüşmeyi onunla yapan kişidir. Bu durum, her Dersimli gibi sayın Kılıçdaroğlu’nun da 1937-38 yılları arasında Dersim’de yaşanan vahşetin boyutlarını anlayabilmek çabası içinde olduğunu göstermektedir. Acaba Kılıçdaroğlu Onur Öymen’in bildiklerini bilmekte midir? Biliyorsa, açıklamalıdır. Bilmiyorsa, öğrenmeli ve tüm Türkiye’ye de açıklamalıdır. Bu nedenle denilebilir ki, CHP açısından ‘değişim’, ‘yenilenme’ veya ‘yeni CHP’ olmanın ölçütü, Dersim konusundaki tutumudur. Örneğin CHP’nin derin arşivlerinde 15 Kasım 1937’de idam edilen Seyit Rıza ve 6 arkadaşının cesetlerine ‘ne’ yapıldığı bilgisi var mıdır? Seyit Rıza’nın, kendisiyle birlikte asılacağını bilmediği için İhsan Sabri Çağlayangil’e son arzusu olarak ‘oğluma verin’ diye teslim ettiği köstekli saati ve 40 lirası ne yapılmıştır? Çağlayangil’in ‘anı’ olarak sakladığı Seyit Rıza’nın idam sehpasındayken çekilmiş iki adet resmi CHP arşivinde midir? Katliamda hayatını kaybedenlerin gerçek sayısı kaçtır; Genelkurmay’ın açıkladığı gibi 13 bin mi? 50 bin mi? 70 bin mi? Peki sürgüne gönderilenler kaç kişidir? Kaç kız çocuğu kimlere ‘evlatlık’ ve ‘besleme’ olarak verilmiştir? Bunların sayıları ve kimlikleri CHP’nin arşivinde var mıdır? Bu soruların her birinin cevabı, bizi tek parti döneminin CHP’siyle karşı karşıya getirmektedir. Güncel versiyonuyla, Onur Öymen zihniyetiyle…

Yüzleşilmediği, “gereği” yapılmadığı müddetçe bu sorular, muhataplarının yakasından düşmeyecektir. Alevilerin CHP’ye Kılıçdaroğlu vesilesiyle yeniden canlandığı görülen ilgisi üzerine de kimse yanlış hesap yapmamalıdır. Çünkü Türkiye, kimsenin artık geriye çeviremeyeceği bir “normalleşme” sürecine girmiştir ve bu yolda yürünecektir.

Star-Açıkgörüş, 30.11.2010

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et