Birlikte konuşmamız gerekiyor

PKK’nın 1984 Eruh baskınından bugüne dek, Avrupa’nın en büyük, dünyanın altıncı büyük ordusuna sahip olan Türkiye, 20 bin civarındaki PKK üyesini etkisiz hale getirmek için 300 bin askerini ve 67 bin korucuyu seferber etti. 14 ilde 19872002 arasında “Olağanüstü Hal” (OHAL) ve sıkıyönetimler ilan edildi. Bunlar tam 57 kez uzatıldı. 24 kez sınır ötesi operasyon yapıldı. Resmî rakamlara göre 14 yılda 96 milyar dolar harcandı. Bazıları bu rakamın aslında 400 milyar dolar olduğunu söyledi. Resmî rakamlara göre Türk tarafından asker-sivil 10 bini aşkın kişi hayatını kaybetti, bir o kadarı da yaralandı, sakat kaldı. PKK mensubu ya da yandaşı 25 bini aşkın kişi ‘etkisiz hale getirildi.’ (Basından) Ne var ki bütün bu olup bitenler sorunun daha fazla büyümesine neden oldu.
Bugün artık Türkiye’de bir savaş var. Bunun bir başka adı varsa lütfen söyleyin. Ahmet Altan’ın ifadesiyle üstelik kimsenin kimseyi yenemediği bir savaş bu, bundan sonra da kimse kimseyi yenemeyecek, insanlar ölecek, karşılıklı düşmanlık ve nefret artacak. Maalesef gerçek bu; silahların susmadığı bir ortamda daha çok canlar yanacaktır. Bir tarafın mağdur edildiği, insan yerine konulmadığı, haklarının gasp edildiği, çocuklarına varıncaya kadar dışlandığı bir yerde de kimse nefretin ve düşmanlıkların biteceğini zannetmesin. Sık sık eleştirilse de hükümetin başlattığı açılım süreci şüphesiz kanın durmasına dönük başlatılan bir süreçti. Belki hataları ve eksiklikleri olan bir süreçti bu. Ancak Bahçeli’nin deyimiyle bir “zırva” değildi. Belki hükümet bir Kürt TV’si açarsak ya da bir iki Kürtçe gazete çıkartırsak sorunu kökten hallederiz diye düşünüyordu. Hâlbuki sorun bunların da ötesinde çok ciddi ve bir o kadar da karışık bir sorundur. Buna rağmen açılım niyet olarak iyi bir başlangıçtı. Ve daha cesur adımlarla kesinlikle devam etmelidir. Ortada karanlık bir tablo olduğu aşikâr… Buna rağmen bu tablonun oluşmasında aktif rol oynayan AK Parti hükümeti değildir. Bilinmelidir ki bu ülkede ne zaman Kürt sorununda silahsız çözüme dönük bir gelişme kaydedilse şehit haberlerinde artış gözlemleniyor. Bunu Özal döneminde de gördük. Şimdi de görmekteyiz.
Komutanlar neden hesap veremiyor
Belli ki Kürt sorununun çözülmemesini isteyen bir kitle var karşımızda. Belli ki bu sorun sayesinde ayakta duruyorlar ve işlerini bu şekilde görüyorlar. Diğer taraftan bu sorun sayesinde oy devşirmeyi bir siyasi yöntem olarak benimsemiş siyasi partiler de var. Maalesef bu kitle artık bundan sonra insanlar ölmesin diyemiyor. Muhalefet suçu hükümete atarak oy toplama derdine düşüyor böyle durumlarda. Kimileri de şehitler üzerinden yol bularak Ergenekon’a sahip çıkıyor. Ama her defasında suçlu “demokrasi ve insan hakları” ilan ediliyor. Bize bu hale getirenin “demokrasi” olduğu ifade ediliyor bir bakıma. Sanki daha çok insan ölsün isteniyor. “Kınalı kuzular” sözüyle bu halkın gariban çocukları sürekli olarak ölüme gönderiliyor. Hâlbuki bu çocuklar profesyonel değil. Asker bile değiller. Vatanları için gözlerini kırpmadan ölmeleri isteniyor kendilerinden. Nitekim ölüyorlar da. Ancak kimse olaylarda ihmali olan görevli subaylardan hesap soramıyor. Bu konuda kamuoyu tatmin edilemiyor. Örneğin ABD Başkanı Barack Obama, kendisi ve yönetimi hakkında küçük düşürücü sözler sarf eden General Stanley McCh rystal’ı görevden alabiliyor. McChrystal’ın davranışının komutanlığa yakışmadığını belirten Obama görevi David Petraeus adında bir başka generale devrediyor. Demokratik ülkelerde örneğini gördüğümüz bu türden olaylar nedense bizde orduya tümden hakaret olarak algılanıyor.
Oturup konuşmalıyız
Türkiye’de sorunların büyümesinde ve giderek çözümsüzlüğe itilmesinde rol oynayan en önemli etkenlerden birisi de; düşünce ve ifade özgürlüklerinin önündeki engellerdir. Farklı olana söz hakkı tanınmamasıdır. En önemlisi de insanların taleplerine önyargılı bakılmasıdır. Bir bakıma asıl önemli sorunumuz budur. Bu yasakçı ve baskıcı anlayış yüzünden bu ülkede yaşayan farklı ırktan, mezhepten, dinden ve düşünceden olanların sorunları zamanla kronikleşmiştir. Bir zaman sonrada çözülmesi bir hayli zor bir soruna dönüşmektedir bu sorunlar. Hâlbuki herkesin rahatlıkla konuşabildiği, sorunlarını, taleplerini ve bununla ilgili önerilerini korkmadan sunabildiği bir ortamı oluşturabilseydik eğer bugün köklü sorunlarımız olmayabilirdi. Maalesef konuşmak yerine yasaklamayı, demokrasi yerine şiddeti uygun gören bir anlayışın kurbanı oldu Türkiyeliler. İnsanların düşüncelerine, inançlarına ve dillerine yasak konulduğunda bir zaman sonra uysallaşacakları ve sorgusuz itaat edecekleri zannedildi. Örneğini ancak totaliter ülkelerde görebileceğimiz türden uygulamalardı bunlar. Nitekim zannedildiği gibide olmadı. Bugün sadece konuşmadığımızdan ötürü binlerce insan yaşamlarını yitirdi. Ve hala konuşmak yasak!
İnsanlara ne istedikleri sorulmalı, bu ülkede nasıl mutlu olabilecekleri neyi nasıl inanacakları, hangi dili konuşacakları ve ne tür eğitim istedikleri vs. kendilerine sorulmalı, bu konularda görüşleri alınmalı. Konuşmalarına imkân verilmeli. Taleplerine saygı duyulmalı. Belki konuşmalarına imkân tanınırsa ve belki demokratik bir ortamda özgürce kendilerine ifade edebilme şansı verilirse bakarsınız zamanla bazı taleplerinin yersiz ve gereksiz olduğunu anlayacaklardır. Bunu konuşmadan, tartışmadan bilemeyiz ki! Bizler birbirimizi gazeteciler, TV’ler ve parti yöneticileri aracılığıyla tanıyoruz. Bu iyi bir tanışma şekli değil. Aslında bu ülkede Kürtlerin derdine ortak olmak, onları anlamak, onlarla dost olup konuşmak için kitap yazmaya, konferans vermeye ve TV’lerde konuşmaya bile gerek yok. Kendinizi bir Kürt’ün yerine koyun yeter. Dilinizin çekildiğini, kulaklarınızın sağır olduğunu hissedin yeter. Türkçe ana, baba ve kardeş diyemediğinizi, radyodan ya da TV’den Türk Halk Müziği dinleyemediğinizi, çoluk, çocuğunuzun itilip kakıldığını sokak ortalarında onlarca polis tarafından tekmelendiğini, insanlık değerlerinizin ayaklar altında olduğunu, her hak talebinde bölücülükle ve hainlikle suçlandığınızı ve bu psikolojiyle bir hayat sürdürmeye mahkûm edildiğinizi bir düşünün yeter. Öncelikle meseleye insani ve vicdani açıdan bakılmalıdır.
Bu yüzden sorunun çözümü aslında içimizde bir yerlerde… Silahları susturacak, Türk’le Kürt’ü yan yana getirecek olan güç, bir Türk’ün içinde saklı. Vicdanında saklı. Bunun için vicdanınızın sesini dinleyin yeter. Kürt’ün aşı-ekmeği, dili, kulağı ve yüreği olun yeter. Fazla söze, yazıya ve TV programına gerek yok. Neticede bir dizi filmi çekilmiyor bu ülkede. Bu bir show programı değil. Duygusal dozu yüksek bir drama filmi de değil bu yaşananlar. Bu insanlar gerçekten acı çektiler.
Her gün gelen şehit haberleri yüreğimizi derinden sarsıyor. Artık çocuklarımız ölmesin… Bunun için oturup konuşmamız gerekiyor. Bir arada yaşamanın yollarını aramamız gerekiyor. Bizi birbirimize düşürecek her tuzağı önlemeliyiz. Maalesef bu ülkede gücü ele geçirene kadar demokrasi, insan hakları ve özgürlük gibi kavramların bir değeri ve önemi oluyor. Güçlü olduklarında ise bu kavramları kullanarak güçsüzleri ezdiklerine şahit oluyoruz. Oysa güç; adaleti, özgürlüğü, barışı, demokrasiyi ve insan haklarını herkese tesis etmek için kullanılmalıdır.
Radikal, 27.06.2010

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et