Dinç Bilgin’in Neşe Düzel’le yaptığı söyleşiyi okuduğumda “Keşke şu anki basın patronları biraz olsun ibret alabilse Dinç Bilgin’in bu söylediklerinden” diye diledim içimden. Sabahın eski patronu, aileden gelen bir gazeteci-patron olarak 28 Şubat dönemiyle birlikte girdiği “kötü yol”u anlatmış. Daha çok servet ve daha büyük bir güç uğruna yitirdiklerine ağıt yakıyor Dinç Bey.
Çok samimi konuşmuş; yüreğinden konuşmuş. Öylesine içten bir özeleştiri ki bu, ona karşı duyduğunuz kızgınlığı ve kırgınlığı sempatiye dönüştürmeye yetiyor.
Söylediklerini okurken, bir insanın işini iyi yapmaktan duyacağı manevi tatminin yerini hiçbir şeyin tutmayacağını bir kez daha görüyorsunuz. Zaten bolca olan paraya pula biraz daha fazlasını katmak için; biraz daha gösterişli bir ev; biraz daha lüks bir yat; biraz daha şaşaalı bir hayat için vazgeçtiğiniz şey kendinizsiniz aslında. Kendi kendinizi beğenmiyorsanız, satın aldığınız ve etrafınızı saran bütün o güzel şeyler sizi hüzünlendirmekten başka ne işe yarar ki… Şimdi bulunduğu noktadan baktığında bunu acı acı anlıyor Bilgin… Her cümlesinin başında Taraf’ın yaptığı işin ne kadar büyük, ne kadar değerli bir iş olduğunu belirtiyor. Taraf’a imrendiğini, Taraf’ı çıkaranları kıskandığını, onların yerinde olmak istediğini; böyle bir onuru yaşamak istediğini söylüyor. Bugün tek istediği şey, eline ikinci bir fırsat geçmesi ve bir zamanlar fırsatı varken yapamadığı gazeteyi yapabilmesi… Çünkü gazetecilik defterini böyle kapatmak istemiyor. Böyle kapatmayı kendine yakıştıramıyor. Gurur duyacağı, anlamlı bulacağı, tatmin olacağı bir iş yapmak istiyor.
Söyleşiyi okurken ben de onun, bugün geldiği kavrayışla ikinci bir fırsat elde etmesini gönülden diledim. Bunu elbette medyada demokrat bir sesin daha var olması için; ama daha çok da onun kendisi için diledim.
***
Taraf sadece Dinç Bilgin’in değil, bütün ahlaklı gazetecileri imrendiren bir iş yapıyor Türkiye’de.
Tek başına bir gazete, bir glasnost yaşatıyor bu ülkeye. Bir avuç insan, onlara inanan bir patronun sağladığı dar imkânlardan yararlanarak Türkiye’nin siyasi tarihini değiştiriyor. Her gün, her sayısıyla on yıllardır aşılmaz sanılan antidemokratik barikatta yeni bir gedik açıyor ve hepimize kararlı bir yayıncılığın nelere muktedir olduğunu gösteriyor.
Peki bu halk yeteri kadar kıymetini biliyor mu Taraf’ın?
Eğer bilseydi, şu anda bu gazetenin tirajının yüz binleri bulması, hatta Türkiye’nin en çok satan gazetesi olması gerekirdi. Gazete okurlarının hepsinin, aldığı gazetenin yanında bir de Taraf alma ihtiyacını duyması gerekirdi. Oysa 75 milyonluk bir ülkede böyle bir gazetenin satışı hâlâ 50 binlerde dolaşıyor. Taraf’çılar kimi günlerde üç büyük şehir dışında baskı yapmakta zorlanıyor.
Hayır; insanların Taraf’a destek için ya da minnet duygusundan bu gazeteyi alması gerektiğinden söz etmiyorum. Hiçbir gazete “militan” okurların destekleriyle ayakla kalmaz. Ben insanların kendi ihtiyaçları için; doğru haber almak için; geçmişte kendi arkalarından ne dolaplar döndürüldüğünü, yarın başlarına neler gelebileceğini öğrenmek için; uyurgezer gibi yaşamamak için Taraf’ı okuma ihtiyacı duymalarından bahsediyorum.
Türkiye’deki yaklaşık 2000 kişiden sadece birinin bu ihtiyacı duyması, geri kalan 1999 kişinin kendi ülkesinde yaşanan bu altüst oluşa bu kadar ilgisiz kalması benim hiçbir zaman anlayabileceğim bir şey değil.
İşte bu durum beni fena halde karamsar yapıyor.
Eğer Türkiye’de dürüst ve cesur gazeteciliğin alıcısı yoksa biz kimin için uğraşıyoruz? Gazetecileri ve basın patronlarını işlerini iyi yapmaya iten tek saik kendi vicdani sorumlulukları mı olmalıdır?
Evet, her ülkenin kahramanlara ihtiyacı vardır. Ama o kahramanları hak eden kitleler yoksa, bireysel kahramanlıklarla gidilebilecek yolun da bir sonu olduğunu unutmamak lazım.
Bugün, 10.03.2010