Batılı liberallerin yanılgıları

11 Eylül 2001’de ABD’de El Kaide tarafından gerçekleştirilen saldırılar ‘Batı’ dünyasının ruh ve düşünce dengesini bozdu. Batı toplumlarının kültür ve politikasında zaten gömülü bulunan ırkçı, ayrımcı, dışlayıcı öğelerin yenilenmesine, gün yüzüne çıkmasına ve yayılmasına sebep oldu.

Bunun etkisinden neredeyse hiçbir akım, ekol, siyasî hareket kaçamadı. Bugün Batı dünyası ciddi bir moral ve kültürel bunalım içinde. Özellikle İslam’a ve Müslümanlara karşı önyargılı. İslam’ı terör üreten bir din, Müslümanlarıysa potansiyel teröristler olarak görme eğiliminde. Ancak, bu tuhaf ruh halinden ve onun yansımalarından sadece Müslümanlar ve Batı’ya akan göçmenler değil, Batı ülkelerinin sakinleri de zarar görmekte. Norveç’te vuku bulan ve bir Norveçlinin faili olduğu katliamlar, bunun bir örneği ve gittikçe kökleşmekte olan problemlerin vahim boyutlara ulaştığının delili.

El Kaide’nin gerçekleştirdiği saldırılar insanlıkla bağdaştırılamaz, mazur görülemez. Ancak, buna dayanarak İslam’ı terörle özdeşleştirmek ve Müslümanlara potansiyel terörist muamelesi yapmak yanlış. İslam ve Hıristiyanlık zorunlu olarak şiddeti beslemez, teşvik etmez. Büyük dinlerin insanları hangi istikamete sevk edeceği nasıl yorumlanacaklarına bağlıdır. Tarih şahittir ki, her iki din, şiddete temel yapılabildikleri gibi, büyük bir barış ve hoşgörü aracı da olabilmekte. O zaman, problem dinlerin kendisinde değil, fanatizmde. Şiddeti doğuran dinlerin kendisi olmaktan ziyade, onlara dayandırılan fanatik yorumlar. Ancak, fanatizm yalnızca dinî renklerde belirmiyor, seküler de olabiliyor. 20. yüzyıldaki en zararlı fanatizmler dinî olanlar değil, seküler olanlardı.

Fanatizm, birey-insan odaklı terimler yerine, grup odaklı kolektivist terimlerle düşünür, yazar, konuşur. Fanatizmde ‘ben’ yok ‘biz’ vardır. ‘Biz’, yerine göre, bir ‘grup’, ‘sınıf’ veya ‘ulus’a tekabül edebilir. ‘Biz’ kendi içinde çok homojendir; moral değerler, din, kültür, yaşama biçimi, ideolojik görüş olarak tam manasıyla bir ve bütündür. O iyidir, ‘öteki’ bizlerden üstündür; ama bozulma, yozlaşma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bazı olaylar (göçmen sayısının artması, dinî ve kültürel çoğulculaşma, etnik melezleşme, ideolojik karışma) ve bazı çevreler (komplocular, düşmanlar, ötekiler, içteki hainler) ‘biz’i bozmak için canla başla çalışmakta, çabalamaktadır. ‘Biz’i korumak için onlarla mücadele etmek ve oyunlarını boşa çıkarmak gerekir.

Bu biçimiyle fanatizm ne yazık ki Batı’da birçok çevreyi zehirledi. Neredeyse hiçbir çizgi ve sivil-siyasî grup zehirlenmeye direnemedi. Aslında Batı’da dünyanın geri kalan kısmını küçük görme eğilimleri, Batı’nın dünya iktisat ve siyaset sahnesinde öne çıkmasına paralel olarak gelişti. El Kaide’nin eylemleriyle yeni bir şekil aldı. Bugün ortalama Batılı, özellikle Müslümanlığı ve Müslümanları küçümseyen; onları ‘modern’ dünyaya değil başka çağlara ait gören bir kafa yapısına sahip.

Benim için özellikle üzücü ve şaşırtıcı olan, birçok Batılı liberalin de şu veya bu ölçüde aynı düşüncenin anaforuna kapılmış olması. O kadar ki, bu yüzden, zaman zaman, liberal değerleri Türkiye vatandaşlarına anlatmaktan ziyade Avrupalı liberallere hatırlatmamız, hatta öğretmemiz gerektiğini düşünüyorum. Aslında, fanatik Batılılar veya Batı’yı fanatik biçimde toptan reddedenler öyle adlandırmayı ve görmeyi sevse de, “Batı” diye monolitik bir bütün yok. Başka bir deyişle birden çok Batı var ve de bu Batıların bazılarını tarihî bilgi ve tecrübemize dayanarak, peşinen reddedebilecek durumdayız. Unutmayalım ki faşizm, komünizm, nasyonalizm ve nasyonal sosyalizm de, engizisyon ve öjeniks [genlerin iyileştirilmesi ve ıslah edilmesini öngören bir bilim] de Batı’nın ürünü, Batı kültürünün bir parçası. Bugün kim bu fikirleri ve onlara dayanan ekonomik, siyasî, hukukî, sosyal uygulamaları savunabilir? Genellikle olumlu bağlamda kullandığımız ‘Batı’ bir liberal demokratik kurallar ve kurumlar seti. Yani, Batı uygarlığı dediğimiz şey, liberal demokrat bir uygarlık ve diğer Batılar ona reddiye. Batılı liberallerin yükselen ayrımcı, ötekileştirici dalgalardan etkilenmeleri işte bu yüzden şaşırtıcı ve üzücü.

kültürel homojenlik çelişkisi

İşin daha da kötüsü, Batılı liberallerin bazı liberal değerleri illiberal [liberal olmayan] politikaları desteklemek amacıyla çarpıtması. En tipiği, geleneksel liberal değerler olan çoğulculuk ve hoşgörüye getirilen yorumlar. Bazı Avrupalı liberaller şöyle diyor: “Avrupa (Batı) hoşgörü üzerine kuruludur. Bu hoşgörünün sürdürülebilmesi için, Batı kültürünün homojenliğinin korunması gerekir. Aksi takdirde, tanımadığı ve sevmediği kültürlerle karşılaşan ve korkan Avrupalı, radikal bir çizgiye kayar, hoşgörüyü reddeder. Bu tehlikeyi önlemek için göçmen alımı durdurulmalı ve kültürel çoğulculuğa sınır çekilmelidir”. Bu tez hoşgörü ve çoğulculuğun inkârıdır. Ayrıca, kendi içinde çelişkilidir.Ekonomik hayattaki çoğulculuk nasıl ki bireylerin tek tek veya gruplar halinde ekonomik özgürlüklerini kullanmalarının sonucuysa, kültürel ve dinî hayattaki çoğulculuk da öyledir. Ekonomik hayattaki rekabet gibi kültürel hayatta da doğal olarak bir rekabet yaşanır. Bu gelişmeyi sağlar, herkesin artan refahtan ve genişleyen kültürel zenginlikten yararlanmasını mümkün kılar. Zaten hiçbir kültür saf olamaz. Toplumların demografik hacmi büyüdükçe kültürel çoğullaşma kendiliğinden artar. Saf kültürün önemini abartanların amaca tam olarak ulaşabilmek için kabile hayatına dönmesi gerekir. Batılı ötekileştiriciler, gözlerini şimdi bir tek ötekiye (Müslümanlara) dikse bile, ötekileştirmeyi bir iki grupla sınırlandıramaz. Farklı kültürdeki ötekileri temizleyebilirse, bu sefer gözlerini kendi içindeki ötekilere çevirir.

Kültürel homojenizasyonu [tektipleştirme] oluşturma veya koruma çabası kaçınılmaz olarak devletin güçlendirilmesine yol verir. Bunun sonucunda devletin insanları gözetleme, onlarla ilgili özel bilgileri derleme ve depolama yetki, araç ve imkânları artar (surveillance state). Kültürel homojenizasyon ve çoğulculuğun sınırlanmasıyla ilgili kararlar toplum tarafından demokratik şekilde alınsa (yani az buçuk meşruiyetleri olduğuna inanılsa) bile, kararların uygulanması siyasi gücün merkezi hükümette toplanmasını gerektirir. Kısaca, saf kültür arayışı devleti büyütür. Büyüyen devlet kaçınılmaz olarak insan hak ve özgürlüklerine zarar verecek taşmalar oluşturur. Buna bir de güvenliği fetiş haline getiren devletlerin “milli güvenlik ideolojisi” eklenince ortaya hoşgörünün ve çoğulculuğun boğulduğu bir tablo çıkar.

20. yüzyılın tarihi bir bakıma Batı’da devletin bu ve benzeri sebep ve yöntemlerle büyümesi ve özgürlüklerin gerilemesi sürecidir. Özgürlüklerin şartsız savunucusu olması gereken liberallerin bu sürece direnmek yerine onun bir parçası ve aracı hâline gelmesi çok üzücü. Umarım, Norveç’te yaşanan elim olaylar, Avrupalı liberalleri fikir koordinatlarını yeniden değerlendirmeye ve orijinal liberal değerlere sahip çıkmaya teşvik eder.

Zaman-Yorum, 29.07.2011

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et