Barolar

Darbecilerin toplum üzerinde ideolojik hegemonya kurmaya yarayan üç temel aygıtları oldu hep: Basın, üniversite ve yargı.
Halkı darbe için “kıvama getirmek”, korkutmak, büyük bir tehlikenin yaklaşmakta olduğuna ikna etmek; bu tehlikeye karşı koyabilecek tek gücün ordu olduğuna inandırmak medyanın işi oldu hep.

Akademi dünyası ise darbenin teorik altyapısını hazırlayarak, ülkenin aydınlarını, dolayısıyla fikir hayatını kontrol altında tutarak darbecilerin hizmetinde oldu. Yargıya düşen de yargı kararlarıyla darbecilerin yolunu açmak, darbe hukukunu hazırlamak ve uygulamaktı doğal olarak…

Eğer bu üç müttefiki olmasaydı, elindeki silah darbe yapmasına ya da darbe tehdidiyle askeri vesayeti sürdürmesine yetmezdi ordunun.

Ne var ki “müttefikler” artık çözülüyor.

Bu sacayağının kırılan ilk ayağı basın oldu.

Malum, basın 28 Şubat’tan beri tek sesli değil ve bugün bütün zorlamalara rağmen bir darbe olamıyorsa bunun en önemli sebeplerinden biri “bir kısım basının” hiç yılmadan halka gerçekleri anlatmaya devam etmesi…

Üniversite, sacayağının kırılan ikinci ayağıydı. 1960’dan beri demokrasiye karşı bütün kalkışmalarda kendisini (esas gövdesiyle) halkın çoğunluğunun karşısında ve bir avuç darbecinin safında konuşlandıran akademi dünyası artık yek vücut değil… Kemalist seçkinciler aydın kesim üzerindeki ideolojik hakimiyetlerini kaybettiler. Cumhuriyetin başından bu yana süren tekel kırıldı. Artık laikliğin tanımı konusunda, cumhuriyetin niteliği konusunda, darbeler konusunda, yakın tarihimizde olup bitenler konusunda ve daha genel olarak özgürlükler konusunda farklı fikirler taşıyan, fikirlerini ortaya koymaktan geri durmayan; yani asla homojen olmayan bir üniversite camiası var. Biz bu değişimi en net olarak 2008 Şubat’ında türban yasağına karşı çıkan 1000 öğretim üyesinin imzasıyla gördük. Dolayısıyla artık kimsenin “üniversite şöyle istiyor”, “üniversite şöyle düşünüyor” gibi totalci laflar etme ve üniversitelerimizi belli bir siyasi-ideolojik mihrakın “yedek gücü” gibi gösterme imkânı da kalmadı.

Doğrusu üçlü koalisyon içinde en sadık çıkanı yargı oldu. Uzun uzun anlatmaya gerek yok; 28 Şubat’tan bu yana vesayet rejiminin sürdürülmesi için girişilen bütün karşı ataklarda darbe yanlılarının en büyük umudu yargı oldu ve onlar da bu umudu hemen hemen hiç boşa çıkarmadılar.

Ama işte nihayet oradan da çözülme sinyalleri geliyor artık.

Türkiye Barolar Birliği’nin ‘dinleniyoruz’ paranoyası yaratmak amacıyla başlattığı ‘Yargıya baskı yapılıyor’ kampanyası tam olarak ellerinde patladı. Birliğin Ankara’da düzenlediği toplantıyı, davetli olan 78 barodan 22’si boykot etti ve katılmadı. Katılanlar da ortak bir bildiri yayınlanmasını engelleyerek baroların Ergenekoncular’ın yaratmak istedikleri darbe atmosferine alet edilmesini engellediler.

Bu önemli bir olaydır. Türkiye’de ilk defa “Darbeci baro” pankartları asılmış ve bazı barolar bu pankartta işaret edilenlerle kaderlerini ayırmıştır. Bu gelişmenin yargının diğer alanlarında görev yapan savcı ve yargıçlara da yansıması, bütün yargı camiasını etkilemesi beklenmelidir.

Şu anda kimileri baroların iç tartışmasına bakıp “Eyvah, barolar da bölündü, orada da saflaşma ve kaos yaşanıyor, nereye varacak bu işin sonu” diye yakınıyorlar. Aynı yakınmaları, üniversitelerde türban yasağına karşı imza kampanyası başladığında da işitmiştik. O zaman da “üniversitelere nifak girdi, birbirlerine düştüler” diye telaş edenler olmuştu. Oysa normal olmayan, yapay ve tehlikeli olan bu zamana kadarki tek seslilikti. Binlerce öğretim üyesini barındıran akademi dünyasında, hukuk adamlarının oluşturduğu koskoca bir sivil toplum kuruluşunda aykırı seslerin çıkmaması ya da duyulmayacak kadar soluk çıkmasıydı garip olan.

Şu anda yaşanan kavga sağlıklı bir kavgadır. İşittiğimiz gürültü despotun kurduğu ideolojik hegemonyanın yıkılırken yarattığı gürültüdür.

Bugün, 25.11.2009

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et