Bazı toplumlar istikrar, refah ve barış içinde yaşarken bazı toplumlar neden sürekli çatışma, şiddet, endişe ve sefaletiçinde yaşıyorlar? Bazı toplumlar, yaşadıkları sorunları çözmek için uzlaşma araçlarına sahipken neden bazı toplumlar bunlara sahip değil?
Bunlar, düşünce tarihinin en eski sorularından. Birçok düşünür, bu sorulara cevap arıyor. Ebu Nasr el-Farabi, tam bin yüz yıl önce, Medinetu’l-Fazıla ve Siyasetu’l-Medeniyye kitaplarında sorunlarını çözen ve çözemeyen mekanizmalara sahip toplumlar arasındaki farkları etkileyici bir şekilde yazmıştı.
Farabi, barış ve mutluluk içinde yaşamayı başaran toplumlara erdemli toplum, bunu başaramayan toplumlara da cahil toplum adını veriyordu. Farabi’ye göre bir ülkede ya da şehirde mutluluk ve barış üreten mekanizmalar vardır.
O adalet, bilim (burhan), din ve ahlak (denge) üzerine bir toplum yapısı kurmuş olan şehirleri, erdemli ve mutlu şehirler olarak tanımlarken gücün belli ellerde toplandığı, insanların temel ihtiyaçları için mücadele halinde olduğu ve sorunlarınıicmaî yollarla çözemeyip çatışma yaşayan toplumları da cahil ya da erdemsiz toplumlar olarak tanımlamıştı.
Bu sorulara cevap arayan diğer bir düşünür, on sekizinci yüzyılda İskoçyalı Adam Smith oldu. O da Milletlerin Zenginliğiadlı kitabında savaş ve çatışma ile refahın yaratılamayacağını, insanlar arasında ilişkilerin kurala bağlanması durumunda toplumların zenginleşebileceğini ileri sürmüştü.
Smith, sermaye ve zenginlik elde etmek için Avrupa’da yapılan mücadelelerin toplumların enerjisini tükettiğini, zenginlik yerine sefalet ürettiğini ve kendiliğinden gelişen kurallı ilişkilerin, toplum sorunlarının çözümü için şiddetin yerini alan en iyi mekanizma olduğunu ileri sürmüştü.
Avrupa’nın büyük gelişimi, gerçekten de on sekizinci yüzyıldan sonra kurallı ve barışçıl ticaretin gelişmesiyle başlamıştır.Avrupa’nın iyi değerleri, varlığını büyük oranda Adam Smith’in düşüncelerine borçludur; kötü değerleri ise jakobenizme vediyalektik düşünceye dayanmakta.
Hernando de Soto da Sermayenin Sırrı kitabında sahip oldukları sermayeleri, ticari süreçlerin tamamına entegre edebilen toplumların refah ve zenginliğe erişebildiğini, aksi takdirde servetin ve sermayenin belli ellerde toplanmasının sefaletmeydana getirdiğini iddia etmektedir.
Soto’nun tezi sadece iktisadi gibi görünse de aslında öyle değil; bu tez daha da genişletildiğinde refahın açık ve şeffaf kurumlar tarafından inşa edilebileceği sonucunu ortaya çıkarmaktadır.
Son zamanlarda Daron Acemoğlu ve James Robinson’un Milletlerin Düşüşü (Why Nations Fail) adlı kitabı, refah teorilerinin güncellenmiş bir şekli olarak ortaya çıktı. Bu kitabın ana teması, bir toplumda bireylerin sahip olduğu yetenekleri en iyi şekilde yansıtabildiği “kuşatıcı kurumlar” varsa bu toplumlar, diğerlerine göre daha avantajlı hale geliyor; hem zenginleştirici hem de uzlaşımsal mekanizmaları daha güçlü bir şekilde kurmayı başarabiliyor.
Müslüman dünyanın bugün yaşamış olduğunu sorunları çözümlemek için sıralamış olduğum eserler ve yazarlar, bize önemli fırsatlar veriyor. Birçok yazar, en önemli sorunumuzun, yaşadığımız olayları çözümleyemememiz olduğunu sıklıkla söylemekte.
Hiç kimsenin elinde Hazreti Musa’nın asası yok ve bir çırpıda sorunlarımızı çözebilecek değiliz. Fakat bu dört yazarın düşüncelerinde ortak olarak paylaşılan önemli noktalar var. Bunlar sorunlarımızın çözümü için çıkış noktaları olabilir. Öyle görünüyor ki geçmişte çözülen sorunları biz şimdilerde tekrar yaşıyoruz.
Yeni Yüzyıl, 02.12.2015