Aklı selimin sesi -1

Çok zor günlerden geçiyoruz. Birçok kimse aklı, mantığı, sağduyuyu tatile göndermiş görünüyor. Geçtiğimiz günlerde buna istisna teşkil eden önemli bir yazı yayımlandı. Bugün ve Cumartesi bu köşeyi Yrd. Doç. Dr. Cennet USLU tarafından kaleme alına bu yazıya tahsis edeceğim.

17 Aralık Operasyonunu Normatif Teoriyle Okumak!

Gezi’de yaşadığımızın bir benzerini şimdi 17 Aralık vakasında yaşıyoruz. Aynı siyasî olgu bambaşka ve birbirine karşıt konumlandırılan iki benzemez analize-okumaya konu oluyor. 17 Aralık’tan beri yaşadığımız süreç bir yolsuzluk soruşturması ve onun üstünün örtülmesi mi, yoksa hükümete karşı bir darbe ve bu darbeye karşı bir direniş mi? 17 Aralık bir yolsuzluk operasyonu mu, yoksa bir siyasî operasyon mu? Ben kişisel olarak 17 Aralık ile yaşadığımız şeyin siyaseti ve siyasî iktidarı çoklu-enstrümanla ve katmanlı-planla şekillenen gayrî meşru bir yöntemle dizayn etme girişimi olarak görüyorum. Bu yaşadığımız, içinde (muhtemelen karşılığı olan) yolsuzluk soruşturmasının bulunduğu, ancak bu soruşturmanın kalkan olarak kullanıldığı bir siyasî operasyondur. Ancak 17 Aralık krizini yeni ve bağımsız bir gelişme olarak değil, bir iktidar çatışmasının evrelerinden biri olarak görüyorum. Söz konusu iktidar çatışması, 17 Aralık Krizi ile hükümet ve cemaat arasında yaklaşık iki yıl önceden hafiften başlayan, karşılık güç gösterileriyle tarafların birbirlerini yokladıkları ve bu yoklamalarla gittikçe tırmanan ve nihayet kapışmanın kaçınılmaz bir noktaya geldiği bir evreye ulaştı. Velhasıl ben okumamı ikinci görüşten yana, yani bunun bir ‘siyaseti dizayn etme’ operasyonu olduğu yönünde kullanıyorum.

Keskin siyasî-fikrî kamplaşma ikliminin ürettiği ‘ağır itham’ veya ‘entelektüel hakaret’ kolaycılığı, bu saldırıdan korunabilmek için pek çoğumuzu kendi görüşümüze yersiz bir ‘şerh koymaya’ zorluyor. Her birimiz demek sen ‘yolsuzlukları umursamıyorsun’ veya yahu sen ‘darbeyi destekliyorsun’ ithamından kurtulmak için ‘tabii ki ben de…’ kayıtlarını koymaya zorlanıyoruz. Herhangi bir meselede kafa yoran ve söz söyleyen insanların siyasî ve fikrî bir çatışmada argümanlarını yarıştırmak yerine birbirlerine böyle süfli yoldan ‘hakaret’ etmekten vazgeçmesi gerekir. O yüzden, ‘tabii ki ben de yolsuzluk soruşturmasının hasıraltı edilmemesi gerektiğini’ söyleyerek bu meselede kendi siyasî konumuma mahalle baskısı şerhi koymayacağım, zira bunu yapmak benim için kendi kendimi maruz bıraktığım bir küçük düşürme olurdu.

O halde sadede geleyim. Bu yazıda bahsettiğimiz süreci neden böyle gördüğümü veya gördüğüm resmin ayrıntılarını izah etmeye girişmeyeceğim. Bunun yerine bu (bir) siyasî olgunun/sürecin analizi-okunması ile ilgili yapılan bir hatayı göstermeyi deneyeceğim. Bu hatayı gösterebilirsem, kendi yaptığım siyasî analizin-okumanın ve buna bağlı olarak aldığım siyasî pozisyonun yerinde olduğuna dair de bir şeyler söylemiş olmayı umuyorum. Herhangi bir siyasî çatışmada veya kamplaşmada tavır almayı, taraf olmayı veya pozisyon almayı o çatışmanın üzerinden yürütüldüğü olguyu doğru anlamaya bağlamış iseniz, olguyu yanlış okumanız kendiniz açısından yanlış bir siyasî tavır almanıza yol açacaktır. Siyasî tavırlarınızı veya tarafınızı ilkeleri izlemek ve doğru olanı yapmak gibi bir temele dayandırmaya çalışıyorsanız, meseleyi doğru anlamak sizin için önemli hale gelir.

Şimdi, siyasî bir olgunun analizi-okunması konusunda yapıldığını düşündüğüm hata basitçe şudur: Mevcut bir siyasî ‘pratiği’ okumak için bir analiz ‘cihazı’ olarak normatif bir ‘teoriye’ (veya genel normlara) başvurmak. Başka bir değişle ‘olan’ı tasvir etmek için ‘olması gereken’e başvurmak. Böyle yapıldığında olan ile olması gereken arasındaki ilişki tamamen sakat kurulmuş olur. Çünkü ‘mevcut olanı’ anlamak için ‘olması gereken’ bir cihaz olamaz. İkisi arasında kurulacak doğru ilişki, olandaki aksaklıkları tespit etmek ve bunların giderilmesi için öneriler oluşturmak üzere normatif teoriye yani olması gerekene başvurmak şeklinde olmalıdır. Diğer bir olasılık, sistemin olması gerekene göre işlediği, ‘normatif teori’nin siyasî pratiğinin gerçekleştiği varsayımı ile ‘olanın’ bir bozulma veya sapma anlamına geldiği bir ilişki durumudur. Ancak bu, yaşanan siyasî olayın ne olduğunu anlamaya, sebep ve sonuçları, dinamikleri ve olası etkilerini analiz etmeye yine de kâfi gelmez. Eğer alacaksanız, siyasî tutum almanıza kısmen rehberlik edebilir, lakin, ya siyasî olayı doğru okuyamadıysanız, ‘sapma’ aslında bir sapma değilse.

Yukarda bahsettiğim hataya düşenler, belli bir zamanda, belli bir yerde ve kendi bağlamı içinde yaşanan bir siyasî olgu üzerine normatif bir teori kalıbını koyarak söz konusu siyasî olgunun aslında ne olduğunu bize söylemeye kalkışıyorlar. Oysa, bir olgunun ‘aslında’ ne olduğunu söylemek ile ‘aslında’ nasıl olması gerektiğini söylemek birbirinden ayrı bir konudur. Siyasî olguları ve süreçleri doğru bir şekilde okuyabilmek ve analiz edebilmek için başka ve pek çok olan ‘cihazlara’ başvurmak gerekir. Pratik siyasî âlemde yer alan bir siyasî olgu belli bir iç dinamiğe ve diyalektiğe, tarihsel ve sosyolojik bagajlara ve belli bir real-politiğin işleyişi gibi çok çeşitli unsura bakılarak doğru (belki kısmen) bir biçimde okunabilir.

Bu yazı Yeni Şafak Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et