Hiç demiyorlar ki bu insanların çoluğu çocuğu vardır. Ailesi vardır, arkadaşları vardır. Hiç düşünmüyorlar, bu görüntülerin yayınlanması bu insanları ne duruma düşürür. Utanmaz ve hoyratlar. Bir insanın hayatı boyunca uğraşarak oluşturduğu itibarı, siyasi hesap uğruna yerle bir edebiliyorlar.
Ama keşke kötülük MHP’li iki adaya komplo kuran o aşağılık odaktan ibaret olsaydı.
Daha vahim olan, böyle bir rezaletin gündelik hayatta gayet rahat konuşulması, çevremizdeki insanların, o görüntüleri izleyebilmeleri, sırıtarak bahsetmeleri ve hatta birbirlerine gönderebilmeleri. Ve bu tezgahı kuranların da bu ahlaki zaafımızın farkında olması.
Önce bir mankenin, sonra da bir siyasetçinin cinsel ilişki içeren gizli çekim görüntüleri internete “düştüğünde” de böyle olmuştu. O günlerde çevremdekilere, “size şu veya bu türden filmi izlemeyin demiyorum, ama BUNU izlemeyin, çünkü bu insanların mahremiyet hakkını ihlal ediyorsunuz. Kınamak için dahi olsa isim vermeyin, konuşmayın, örtün” demiştim.
***
“Ben insanım ve insani olan hiçbir şey bana yabancı değil” der, Aydınlanma yüzyılının sloganlarından biri.
Önemli bir sözdür bu. Çünkü biz, başkasının hatasını kolayca mahkum ederiz. Başkası söz konusu olduğunda “ahlakçılık” yapıp ne kadar “erdemli” olduğumuzu da göstermiş oluruz, ama aslında biliriz ki, bu veya bu olmasa bile başka türden bir insani zaaf hiçbirimize yabancı değildir.
Peki bir gün kendi ayağımızın da kayabileceğini bile bile, başkalarının felaketi konusunda nasıl bu kadar rahat olabiliyoruz?
Galiba buradaki asıl sorun, -ki bu tür tezgahları kuranların da amacına ulaşmasını sağlayan da bu olmalı-, ahlakın en temel kuralını, yani “sana yapılmasını istemediğini başkasına yapma” ilkesini çiğneme konusundaki yaygın eğilimimiz.
Ahlakın bu “altın kuralı”nı ihlal ederken pek zorlanmamamız.
Her alanda olduğu gibi, siyasette de var bu zaaf. Birçok siyasetçinin fikriyle zikrinin bir olmaması da bu yüzden. Dili Makyavelizmi kınarken, içi ahlak ile siyaseti birbirinden ayırıyor; siyaseti ahlaktan bağımsız bir faaliyet alanı olarak algılıyor. Ve rakibini ekarte edebilme uğruna, toplumu ifsat edecek işleri dahi mubah görebiliyor.
***
Kuşkusuz her zaman kaset meselesindeki gibi uluorta sergilenmiyor bu kötülük. “Siyaseten doğruculuk” diye bir şey var. Bazen kötü söz “nezaket” ve “ahlak” sosuyla kamufle ediliyor.
CHP lideri, -kurgulanmış bir yarıda bırakma izlenimini verecek biçimde- bir küfür cümlesi kuruyor. AK Partili yetkili ise güya onu eleştirirken, onun annesinin ismini de anıyor ve böylece onun etnik kökenini hatırlatmış oluyor. Ona cevap veren CHP’li yetkili ise güya “etnik ayrımcılık ayıptır” demek için, Erdoğan ve eşinin etnik kökenlerini anıyor ve aynı şekilde o da ayrımcılığı siyasi erdemin kitabına uyduruyor.
***
Oysa bütün siyasi hesapları bir tarafa bırakıp, tezgah kurup insan onurunu ayaklar altına alanlara karşı durmak da mümkün. Siyasi sonucu ne olursa olsun, bu kasetler hiç yokmuş gibi davranmak, konuşmamak ve linç sürüsüne karşı o insanların hukukunu savunmak da mümkün. Bunun kişilerle, partilerle ilgisi yok. Ama insan olmamızla, hatta her şeyden önce kendimize saygı duyup duymamamızla ilgisi var.
Aristo siyaseti beşeri faaliyetlerin en erdemlisi olarak görürdü. Gerçekten de öyle olabilir; ama insanca yapıldığında ve ahlaki temelde yürütüldüğünde. Yoksa emin olun, hiçbir “başarı”nın anlamı yok!
Star, 03.05.2011